Holokost

bilgipedi.com.tr sitesinden
Holokost
İkinci Dünya Savaşı'nın bir parçası
Selection on the ramp at Auschwitz-Birkenau, 1944 (Auschwitz Album) 1a.jpg
Auschwitz Albümü'nden: Alman işgali altındaki Polonya'da bulunan Auschwitz II'ye gelen Macar Yahudileri, Mayıs 1944. Çoğu gaz odalarına gitmek üzere "seçilmişti". Kamp mahkumları çizgili üniformalarıyla görülüyor.
KonumAlman İmparatorluğu ve Alman işgali altındaki Avrupa
AçıklamaAvrupa Yahudilerinin Soykırımı
Tarih1941–1945
Saldırı türü
ÖlümlerYaklaşık 6 milyon Yahudi
FaillerAdolf Hitler
Nazi Almanyası ve işbirlikçileri
Holokost'un başlıca faillerinin listesi
Güdü
DenemelerNürnberg duruşmaları, Sonraki Nürnberg duruşmaları, Adolf Eichmann'ın yargılanması ve diğerleri

Shoah olarak da bilinen Holokost, İkinci Dünya Savaşı sırasında Avrupalı Yahudilerin soykırıma uğratılmasıdır. Nazi Almanyası ve işbirlikçileri, 1941-1945 yılları arasında Alman işgali altındaki Avrupa'da yaklaşık altı milyon Yahudi'yi sistematik olarak katletmiştir; bu rakam Avrupa'daki Yahudi nüfusunun yaklaşık üçte ikisine tekabül etmektedir. Cinayetler pogromlar ve toplu katliamlarla, toplama kamplarında çalıştırma yoluyla imha politikasıyla ve başta işgal altındaki Polonya'daki Auschwitz-Birkenau, Bełżec, Chełmno, Majdanek, Sobibór ve Treblinka olmak üzere Alman imha kamplarındaki gaz odaları ve gaz minibüslerinde gerçekleştirildi.

Almanya zulmü aşamalı olarak uyguladı. Adolf Hitler'in 30 Ocak 1933'te şansölye olarak atanmasının ardından rejim, 22 Mart 1933'te Dachau'dan başlayarak Almanya'da siyasi muhalifler ve "istenmeyenler" için bir toplama kampları ağı kurdu. Hitler'e diktatörlük yetkileri veren Etkinleştirme Yasası'nın 24 Mart'ta kabul edilmesinin ardından hükümet Yahudileri sivil toplumdan izole etmeye başladı; buna Nisan 1933'te Yahudi işletmelerinin boykot edilmesi ve Eylül 1935'te Nürnberg Yasalarının yürürlüğe konması da dahildi. Almanya'nın Avusturya'yı ilhak etmesinden sekiz ay sonra, 9-10 Kasım 1938'de, Kristallnacht ("Kırık Cam Gecesi") olarak bilinen olayda Almanya ve Avusturya'da Yahudi işyerleri ve diğer binalar yağmalandı veya ateşe verildi. Almanya'nın Eylül 1939'da Polonya'yı işgal ederek İkinci Dünya Savaşı'nı tetiklemesinin ardından, rejim Yahudileri ayırmak için gettolar kurdu. Nihayetinde, Alman işgali altındaki Avrupa'da binlerce kamp ve diğer gözaltı yerleri kuruldu.

Yahudilerin gettolarda tecrit edilmesi, Nazilerin Yahudi Sorununa Nihai Çözüm olarak adlandırdıkları ve Ocak 1942'de Berlin'deki Wannsee Konferansı'nda üst düzey hükümet yetkilileri tarafından tartışılan imha politikasıyla doruğa ulaştı. Alman kuvvetleri Doğu'daki bölgeleri ele geçirdikçe, Yahudi karşıtı tüm önlemler radikalleştirildi. SS'in koordinasyonu altında, Nazi Partisi'nin en üst düzey yöneticilerinin talimatlarıyla, Almanya'nın kendi içinde, işgal altındaki Avrupa'da ve Almanya'nın müttefikleri tarafından kontrol edilen bölgelerde cinayetler işlendi. Einsatzgruppen adı verilen paramiliter ölüm mangaları, Alman Ordusu ve yerel işbirlikçilerle işbirliği içinde, 1941 yazından itibaren toplu katliam ve pogromlarda yaklaşık 1,3 milyon Yahudi'yi öldürdü. 1942 yılının ortalarına gelindiğinde, kurbanlar Avrupa'nın dört bir yanındaki gettolardan mühürlü yük trenleriyle imha kamplarına sürülüyor, yolculuktan sağ çıkmayı başarırlarsa gazla öldürülüyor, ölene kadar çalıştırılıyor veya dövülüyor ya da hastalık, açlık, soğuk, tıbbi deneyler veya ölüm yürüyüşleri sırasında öldürülüyorlardı. Ölümler, Mayıs 1945'te Avrupa'da İkinci Dünya Savaşı'nın sona ermesine kadar devam etmiştir.

Holokost öncelikle Yahudilerin soykırımı olarak anlaşılmaktadır, ancak Holokost döneminde (1933-1945) diğer nüfus gruplarına yönelik sistematik toplu katliamlar da gerçekleşmiştir. Bunlar arasında Romanlar, Polonyalılar, Ukraynalılar, Sovyet siviller ve savaş esirleri ve hedef alınan diğer nüfuslar yer almıştır. Yehova Şahitleri, Siyah Almanlar, engelliler ve eşcinseller gibi daha küçük gruplar da ölümcül Nazi zulmünün kurbanı olmuştur.

Holokost
Yahudi Soykırımı
HaŞoah (השואה‎)
II. Dünya Savaşı ve Yahudilere yönelik zulüm
Naziler tarafından Auschwitz toplama kampındaki gaz odalarına gönderilmek için seçilen Macaristanlı Yahudiler, Mayıs/Haziran 1944.
Bölge Nazi Almanyası geneli ve Alman işgal toprakları
Tarih 1941-45
Hedef Yahudiler, Slavlar, Romanlar, eşcinseller, engelli siviller, esirler ve siyasi muhalifler
Saldırı türü
Soykırım, etnik temizlik, tehcir, katliam
Ölü 6 milyon civarı
İşleyen Nazi Almanyası
Katılımcı sayısı
200,000

Holokost (Yunancaὁλόκαυστος, romanize: holókaustos), Yahudi Soykırımı veya HaŞoah (İbraniceהשואה‎, lit. "felaket"), Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Almanyası döneminde, Heinrich Himmler'in liderliğindeki SS güçleri tarafından işgal edilen sınırlar içerisinde yaklaşık 6 milyon Yahudi'nin (kaynaklara göre ölü sayısı değişir) sistemli bir şekilde öldürüldükleri soykırım.

Bazı akademisyenler, Romanların toplu katliamının ve özürlü insanların öldürülmelerinin de bu tanıma katılmaları gerektiğini savunur ve bazı bilim insanları da Holokost tanımının, Naziler tarafından öldürülen Sovyet tutsaklar, Polonyalılar ve eşcinselleri de içermesi gerektiğini savunmuştur. Sovyetler Birliği’nin yıkılması ardından ortaya çıkan rakamlarla birlikte, yakın dönemdeki tahminler, 10-11 milyon civarında insanın Nazi rejimi tarafından öldürüldüğünü göstermektedir.

Holokost öncesinde sayıları dokuz milyonu bulunan Avrupalı Yahudilerin aşağı yukarı üçte ikisi öldürüldü. Bir milyon üzerinde Yahudi çocuk, aşağı yukarı iki milyon Yahudi kadın ve üç milyon Yahudi erkek Holokost’ta öldürüldü. Almanya ve Almanların işgal ettiği sınırlar içerisindeki 40.000 üzerindeki bir tesis ağı, Yahudi ve diğer kurbanları; toplamak, hapsetmek ve öldürmek için kullanıldı.

Holokost'a giden süreçte şiddet ve soykırım aşama aşama gerçekleşti. Yahudilerin sivil haklarını elinden alan, en meşhuru 1935 yılındaki Nürnberg Yasaları olan, birçok yasa, Avrupa’da II. Dünya Savaşı patlak vermeden yürürlüğe girdi. Toplama kampları, mahkûmların, ya bitkinlikten ya da hastalıktan ölene kadar köle gibi çalıştırılmaları için kurulmuştu. Almanya’nın her işgal ettiği yerde paramiliter grup (AlmancaEinsatzgruppen), Yahudileri ve politik muhalifleri, toplu infazlarla öldürdü.

İşgalciler, Yahudileri ve Romanları gettolara hapsedip nakliye trenleriyle ölüm kamplarına gönderilmeden önce bir arada tuttular. Yolculuk boyunca ölmeyenler ya ölene dek çalıştırıldı, ya tıbbi deneyler için kullanıldı, ya da sistematik bir şekilde gaz odalarında öldürüldü. Alman bürokrasisinin her kolu, soykırımın lojistiğine yardım etti ve Üçüncü Reich’ı, Holokost akademisyenlerinin belirttiği gibi bir Soykırım Devleti’ne dönüştürdü.

Köken bilimi

Yahudiler'in, kollarında bandaj olarak taşımak zorunda olduğu Davud'un Kalkanı simgesi.

Holokost sözcüğü, İbranice "olah" kavramının Yunanca çevirisidir. Olah, Yahudilikte tamamen yakılan bir tür adaktır. Holokost sözcüğü (Yunanca: holókauston), "holos" (tüm, komple) ve kaustos (yakılmış, köz olmuş) sözcüklerinin birleşiminden oluşur ve tamamen yakılmış, yanıp kül olmuş anlamına gelir. Kaustos sözcüğünün kökü yakmak anlamına gelen kalein sözcüğüne dayanır.

Kitab-ı Mukaddes'te de geçen, Shoah (שואה) sözcüğü "felaket" anlamına gelir ve bu sözcük 1940'larda, özellikle İsrail ve Avrupa’da, Holokost için kullanılan standart İbranice sözcük olmuştur.

Tarihçe

1933 yılında Yahudilerin haklarının azaltılması ile adım adım başlayan felaket, sonunda Nazi hükûmetinin eline geçirebildiği bütün Avrupa Yahudilerini katletmesi ile sona erdi. Bu süreç kaba şekilde üç döneme ayrılabilir:

  • Yahudilerin haklarının ellerinden alınması ve yüksek görevlerden uzaklaştırılmaları.
  • Yahudilerin mallarının ve mülklerinin ellerinden alınması ve gettolarda yaşamaya zorlanmaları.
  • "Nihai çözüm", toplanıp ölüm kamplarına götürülmeleri ve orada sistemli olarak büyük kapsamlı bir şekilde Gaz odalarında ya da farklı şekillerde öldürülüp cesetlerinin yakılması.

Belirgin özellikler

Kurumsal iş birliği

Avrupa’nın birçok yerinde imha kamplarına gönderilmeden önce tutuldukları Gettolar kuruldu.

Michael Berenbaum Almanya’nın bir soykırım devleti olduğunu yazar “Ülkenin bütün bürokratik kolları ölüm sürecinde etkili oldu. Mahalle kiliseleri ve içişleri bakanı, doğum kayıtlarını paylaşarak kimin Yahudi olduğunu paylaştı; Posta kurumu, sürgün ve vatandaşlık haklarının alınmasına dair kararları dağıttı; ekonomi bakanlığı Yahudilerin mallarına el koydu; Alman şirketleri Yahudi işçileri kovdu ve Yahudi hissedarların haklarını ellerinden aldı.”

Üniversiteler Yahudileri kabul etmedi ve hali hazırda eğitim görmekte olanlara diplomalarını vermedi ve Yahudi akademisyenleri kovdu; devlet ulaşım görevlileri, Yahudilerin kamplara gönderilmeleri için tren hazırladı; Alman ilâç şirketleri kamptaki mahkûmlar üzerinde ilâçları denedi; şirketler krematoryum inşası için ihaleye girdi; IBM’in Almanya şubesi, bütün kurbanların kayıtlarını muntazam bir şekilde kayıt altına alacak sistemi kullandı. Mahkûmlar ölüm kamplarına girdiklerinde kişisel eşyalarını görevlilere verdi. Bu eşyalar sınıflandırıldı ve Almanya’ya, tekrar kullanılmak ya da geri dönüşüm için gönderildi. Berenbaum, “Yahudi sorunu için son çözümün, failleri tarafından en büyük başarı” olarak görüldüğünü yazdı. Gizli bir hesapla, Alman Millî Bankası, kurbanlardan ele geçirilen varlıkları hortumladı.

Saul Friedländer, “Avrupa’da ve Almanya’da hiçbir sosyal grup, hiçbir dini cemaat, hiçbir eğitim kurumu ya da hiçbir mesleki kuruluş, Yahudilere destek vermedi” diye yazdı. Friedländer, gelişmiş ülkelerde muhalif olan büyük küçük güçlerin (kurumlar, kiliseler, sivil toplum kuruluşları, çıkar grupları, iş dünyası), Holokost döneminde Almanya’da engel olmaya çalışmamasından dolayı, Holokost’u farklı bulduğunu da yazdı.

Alman işgali altındaki Avrupa, 1942

İdeoloji ve kapsamı

Diğer soykırımlarda, sınırların ve kaynakların kontrolü gibi faydacı değerlendirmeler, soykırım politikaları için oldukça önemliydi. İsrailli tarihçi ve bilim insanı Yehuda Bauer’e göre;

Holokost’un temel motivasyonu tamamen ideolojikti. İdeolojinin temeli, Yahudilerin uluslararası bir Yahudi komplosuyla dünyayı kontrol etmeyi istediklerine inanan Nazi inancına dayanır. Nazilere göre Yahudilerin bu kontrol planları, Aryan ırkın aynı planlarına engeldi. Hiçbir soykırım bu kadar tamamıyla efsanelere, halüsinasyonlara ve soyut kavramlara dayalı değildi ve diğer soykırımlar Holokost’a nazaran daha rasyonel pragmatik yollarla yapılmıştı.

Alman tarihçi Eberhard Jäckel 1986 yılında, Holokost’un farklı özelliklerinden biri olarak şunu belirtti:

«  Daha önce hiçbir devlet, liderinin yetkisiyle, belli bir insan grubunun (kadın, çocuk ve bebek te dahil, olmak üzere) olabildiğince çabuk öldürülmesi gerektiğine karar verip ilan etmemişti ve hiçbir devlet böyle bir kararı, devlet güçlerinin bütün uygun araçlarıyla yürütmemişti. »

Soykırım sistematik bir şekilde, Almanlar tarafından işgal edilmiş, günümüzde 35 farklı Avrupalı ülke olan sınırlar içinde yürütüldü. En kötü etkilenen coğrafya, 1939 yılında yedi milyondan fazla Yahudi nüfusuna sahip olan Orta ve Doğu Avrupa’ydı. Üç milyon Polonya’da ve bir milyon üzerinde Sovyetler Birliği’nde olmak üzere, beş milyona yakın Yahudi burada öldürüldü. Yüzbinlerce Yahudi, Hollanda, Fransa, Belçika, Yugoslavya ve Yunanistan’da öldürüldü. Wannsee Protokolü, Nazilerin soykırım planlarını İngiltere, İrlanda, İsviçre, Türkiye, İsveç, Portekiz ve İspanya gibi Avrupa’daki bütün tarafsız ülkelerde gerçekleştirmek istediklerini belirtmiştir.

Üç ya da dört Yahudi büyüğe (babaanne-anneanne) sahip olan her Yahudi istisnasız bir şekilde öldürülmeliydi. Diğer soykırımlarda, insanlar ölümden din değiştirerek ya da bir şekilde asimile olarak kaçabildiler. Bu seçenek, Avrupa’daki Yahudiler için geçerli değildi. Tek istisna, ataları 18 Ocak 1871 öncesinde dönmüş olan Yahudiler içindi. Diğer bütün Yahudiler, Almanya’da ve Almanya’nın işgal ettiği yerde öldürülecekti.

Holokost'u benzersiz bir olay olarak görme eğilimi, erken dönem Holokost araştırmalarında etkili olmuş, ancak tartışmalara konu olmuş ve nihayetinde ana akım Holokost araştırmaları, Holokost ile diğer soykırımlar arasındaki farklılıkları kabul ederken, benzersizlik iddialarını açıkça reddetmeye başlamıştır. Popüler kültürde Hitler, kötülük için hegemonik bir tarihsel analojidir ve Nazi karşılaştırmaları yaygındır. Yom HaShoah, 1951 yılında İsrail'in Holokost Anma Günü olmuştur. En az 37 ülkede ve Birleşmiş Milletler'de benzer kutlamalar yapılmaktadır.

İmha kampları

Gaz odalarına sahip olup sistematik bir şekilde insanları öldürmeyi amaçlayan kampların olması, Holokost’un en farklı özelliklerinden biridir ve tarihte daha önce başka bir örneği olmamıştır. Daha önce kitle kitle insanları öldürmek için herhangi bir yer kullanılmamıştı. Bu tür kamplar, Auschwitz, Bełżec, Chelmno, Jasenovac, Majdanek, Maly Trostenets, Sobibór ve Treblinka’da kurulmuştur.

Tıbbî deneyler

Doktorlar davasında 23 sanık, Nürnberg, 9 Aralık 1946 - 20 Ağustos 1947

En az 7.000 kamp mahkumu tıbbi deneylere tabi tutuldu; çoğu bu deneyler sırasında ya da sonucunda öldü. Auschwitz, Buchenwald, Dachau, Natzweiler-Struthof, Neuengamme, Ravensbrück ve Sachsenhausen'de gerçekleştirilen deneylerde kimyasal silahlara karşı koyma, zorlu ortamlarda hayatta kalma, yeni aşılar ve ilaçlar geliştirme ve yaraları tedavi etme stratejileri ortaya çıkarılmaya çalışıldı. Birçok erkek ve kadın da istem dışı olarak kısırlaştırıldı.

Savaştan sonra 23 üst düzey doktor ve diğer tıbbi personel Nürnberg'de insanlığa karşı suç işlemekle itham edildi. Bunlar arasında Alman Kızıl Haçı başkanı, kadrolu profesörler, klinik müdürleri ve biyomedikal araştırmacılar da vardı. En kötü şöhretli doktor, 30 Mayıs 1943'te Auschwitz kampı doktoru olan bir SS subayı olan Josef Mengele'ydi. Genetiğe ilgi duyan ve ikizler üzerinde deney yapmaya hevesli olan Mengele, "seçme" sırasında (kimin hemen gazla öldürüleceğine ve kimin köle işçi olarak kullanılacağına karar vermek için) yeni gelenler arasından rampada "Zwillinge heraus!" (İkizler öne çıksın!) diye bağırarak denekleri seçerdi. (ikizler öne çıksın!). İkizler ölçülecek, öldürülecek ve parçalara ayrılacaktı. Mengele'nin asistanlarından biri 1946'da kendisine "Berlin-Dahlem'deki Antropoloji Enstitüsü" yöneticilerine ilgi çekici organlar göndermesinin söylendiğini belirtmiştir. Bu ifadeyle Mengele'nin akademik danışmanı olan ve Ekim 1942'den itibaren Berlin-Dahlem'deki Kaiser Wilhelm Antropoloji, İnsan Kalıtımı ve Öjenik Enstitüsü'nün müdürlüğünü yapan Otmar Freiherr von Verschuer'in kastedildiği düşünülmektedir.

Holokost’un belirgin özellikleri arasında, insanların tıbbi deneyler için kullanılmaları vardır. Raul Hilberg’e göre, “Alman doktorları, diğer çalışan kesime göre, daha fazla Nazileşmişti partiye üyelik açısından” ve bâzıları, Auschwitz, Dachau, Buchenwald, Ravensbrück, Sachenhausen ve Natzweiler toplama kamplarında deneyler yürüttüler.

Bu doktorlar arasındaki en meşhur olan, Doktor Joseph Mengele’ydi ve Mengele Auschwitz’te çalışıyordu. Deneyleri arasında, insanları basınçlı odalarda tutmak, insanlar üzerinde ilâç denemek, onları dondurmak, çocukların gözlerine kimyasallar enjekte ederek göz renklerini değiştirmeye çalışmak, sayısız uzuv kesmek ve ameliyatlar vardır. Çalışmalarının bütün kapsamı hiçbir zaman bilinmeyecek çünkü kamyonlar dolusu evrak Kaiser Wilhelm Enstitüsü’nde, Doktor Otmar von Verschuer tarafından yok edildi. Mengele’nin deneylerinden kurtulanlar neredeyse her zaman öldürüldü ya da parçalara ayrıldı.

Mengele genelde Roman çocuklar üzerinde çalıştı. Çocuklara, şekerler verirdi. Çocuklar Mengele’ye “Amca Mengele” derdi. Vera Alexander, Auschwitz kampında 50 set Roman ikizi çocukla ilgileniyordu:

«  İkizlerin arasında özellikle Guido ve İna’yı hatırlıyorum. Her ikisi de dört yaşındaydı. Bir gün Mengele ikisini de aldı. Döndüklerinde durumları çok kötüydü. Sırtlarından birbirlerine dikilmişlerdi (Siyam ikizi gibi) Yaraları iltihap kaplamıştı ve irin akıyordu yaralarından. Sabah akşam bağırdılar. Daha sonra anneleri Stella, çektikleri acıları sona erdirmek için, bir yerden morfin bulup çocukları öldürdü. »

Gelişimi ve yürütülmesi

Kökeni

Saat 10 1 Nisan, 1933. Halkı boykota çağıran SS üyeleri: "Deutsche! Wehrt Euch! Kauft nicht bei Juden!" (Alman milleti kendini savun ve Yahudilerden alışveriş yapma.)

Yehuda Bauer, Raul Hilberg ve Lucy Dawidowicz’e göre, orta çağ döneminden itibaren, Almanlar antisemitizmi toplum içinde barındırdılar ve Nazi ölü kamplarıyla orta çağdaki pogromlar arasında direkt bir bağlantı vardır. 19. yüzyılın ikinci yarısı, Almanya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’da, Houston Stewart ve Paul de Lagarde gibi bâzı düşünürler tarafından geliştirilen ırkçı hareketlerin ortaya çıkışına şahit oldu. Hareket, temelini biyolojiye bağlayan, yarı bilimsel bir ırkçılık ortaya koyarak, Yahudileri, Aryan ırkla ölümcül bir egemenlik savaşına girmiş bir ırk olarak gördü. Bu ırkçı antisemitizm, Hristiyanlığa özgü antisemitizme ait bâzı önyargıları içeriyordu fakat farklı olan yönü Yahudilik bir din olarak değil bir ırk olarak görülüyordu.

Hareketin lideri Hermann Ahlwardt, 1895 yılındaki Reichstag (Almanya parlamentosu) konuşmasında, Yahudilerin avcılar olduklarını ve kolera basili olduklarını belirtti. Aynı konuşmasında Yahudilerin, Alman halkının iyiliği için yok edilmeleri gerektiğini söyledi. Alldeutscher Verband grubunun lideri Heinrich Class, 1912 tarihli, ünlü Wenn ich der Kaiser wär (Eğer Kaiser ben olsaydım) adlı kitabında, Alman Yahudilerin vatandaşlıklarının ellerinden alınması gerektiğini ve yabancı statüsü (Fremdenrecht) verilmesi gerektiğini yazdı. Ayrıca Class, Yahudilerin Alman toplumundan oldukça soyutlanmaları gerektiğini, toprak sahibi olmamaları gerektiğini, bir iş sahibi olmamaları gerektiğini ya da gazetecilik, bankacılık gibi işlere sahip olmamalarının gerekliliğini yazdı. Class Yahudi’yi, 1871’de Alman İmparatorluğu’nun kurulduğu gün Yahudilik dinine mensup herkes ya da en az bir Yahudi ataya sahip kimseler olarak tanımladı. Alman İmparatorluğu döneminde, ırkçı kavramlar ve yarı bilimsel ırkçılık olağan oldu ve Almanya’nın her yerinde kabul edilir oldu. İnsanların eşit olmadığını savunan bu ideolojiyi eğitimli çalışan sınıf da kabul etmişti. 1912 yılında ırkçı partiler Reichstag seçimlerinde yenilmiş olsa da, antisemitizm, birçok ana akım partinin içine yerleşmişti. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi Partisi, NSDAP) 1920’de kuruldu. Parti ırkçı hareketin antisemitizmini benimsedi.

19. yüzyılın sonlarına doğru ve 20. yüzyılın başlarında, Almanya’da muazzam bilimsel ve teknolojik gelişmeler oldu. Bu gelişmeler insanlara bir ütopyanın gerçekleşeceği hissini vermişti ve insanlar yakın zamanda bütün sosyal problemlerin çözüleceğini düşünüyordu. Bunun yanı sıra, aynı dönemde, ırkçı, sosyal Darvinist ve öjenik dünya görüşü, bâzı insanların diğer insanlardan biyolojik olarak daha önemli olduğu görüşündeydi. Tarihçi Detley Peukerte göre, Shoah, sadece antisemitizmden gelmiyordu ve birikmiş radikalleşmenin bir ürünüydü. I. Dünya Savaşı’ndan sonra, savaş öncesindeki pozitifliğin yerini Alman bürokratların hayal kırıklığı aldı. Böylece biyolojik olarak uygun olanların çıkarları için uygun olmayanların dışlanması gerekiyordu.

Büyük Buhran’ın getirdiği zorluklar, Almanya’daki birçok tıbbi kurumun, ötanazi kullanarak tedavisi mümkün olmayan fiziksel ve zihinsel özürlüleri öldürme fikrini desteklemesine neden oldu. Böylece bu insanlar için kullanılacak para, tedavi edilebilecek hastalar için kullanılacaktı. Naziler 1933 yılında yönetime geldiğinde, Alman toplumunda, ırksal olarak “değerli” olan insanları koruyup “değersiz” olanları toplumdan arındırma fikri hâlihazırda sempatiyle karşılanmaktaydı. Hitler Yahudilere karşı nefretiyle ilgili oldukça dobraydı. Mein Kampf adlı kitabında, Hitler, Yahudileri Almanya’nın politik, entelektüel ve kültürel hayatından uzaklaştırma istediğini belirtti. Hepsini öldürtmek istediği ile ilgili hiçbir işaret vermedi ama özel yaşamında bu konuyla ilgili daha açık olduğu bilinmekteydi. 1922 yılında, Hitler, o dönemde gazeteci olan Binbaşı Joseph Hell’e şöyle söyledi:

«  Yönetime geldiğimde yapacağım ilk şey Yahudileri yok etmek olacak. Bunu yapacak güç elimde olduğunda, Marienplatz’da, trafiğin izin verdiği kadar yan yana darağacı yerleştireceğim. Sonra bütün Yahudiler istisnasız asılacak ve asıldıkları yerde kokana kadar ve hijyen şartları izin verene kadar kalacaklar. Onlar indirildiğinde diğer yığın ipe dizilecek ve Münih’teki son Yahudi ölene kadar devam edecek. Diğer şehirlerde de aynı şekilde, bütün Yahudiler ölene kadar bu sistem sürdürülecek. »

Alman tarihçi Hans Mommsen Almanya’da üç tip antisemitizmin olduğunu iddia etti:

«  İnsanlar, Almanya’daki subaylar ve yöneticiler arasında sıklıkla görülen muhafazakâr kültürel antisemitizmle, ırkçı antisemitizmi, farkı anlamalı. Muhafazakâr olanlar kültürel kodun bir parçası olarak, güçlü elitin ileriki dönemde Yahudilere karşı gerçekleşen daha sert girişimleri hoş karşılamalarını sağladı. Muhafazakâr antisemitizmin yanı sıra, Almanya Katolik Kilisesinde daha sessiz bir Yahudi karşıtlığı vardı ve bu artan zulme karşı Katolik toplumunu korudu. Katolik Kilisesinin meşhur ötanazi protestosu daha sonra Holokost karşıtı hiçbir protestosuyla takip edilmedi. Alman antisemitizminin üçüncü ve en sert özelliği, Almanya’daki ırkçı antisemitizmin şiddet kullanımını desteklemesidir. Buna rağmen, Hitler bile 1938’lere kadar zorlu sürgünü daha tercih etmemişti ve bu dönemde henüz açıkça belirgin bir öldürme politikası yoktu. Bu tabii ki Nazilerin Yahudilere, Yahudi dükkânlarına ve kurumlarına karşı şiddet kullanmadığı anlamına gelmedi. Fakat savaşın ikinci yılına kadar hiçbir resmi yok etme programı yoktu. Bu tür program, her ne kadar ölümcül öğelere sahip olsa da, gettoların işe yaramaması sonucunda yürürlüğe girdi. »
Antisemitik Hıristiyan Sosyal Parti'nin 1920 Avusturya parlamento seçimlerinden afişi: "Sosyal Hıristiyanlara Oy Verin. Alman Hıristiyanlar Avusturya'yı Kurtarıyor!"

Yasal baskı ve dış göç

Nazi Almanyası’nın kurulmasıyla birlikte, Nazi liderleri ulus toplumunun (Volksgemeinschaft) varlığını ilan etti. Nazi politikaları, nüfusu iki kategoriye ayırdı: Ulus toplumuna ait olan Volksgenossen ("millî yoldaşlar") ve ait olmayan yabancılar (Gemeinschaftsfremde). Nazi baskı kanunları, insanları üç tip düşmana ayırdı: Kanlarından dolayı ırksal düşman olan Yahudiler ve Çingeneler; Marksistler, liberaller, Hristiyanlar gibi politik muhalifler ve Nazilere tepki gösteren “âsî millî yoldaşlar”; ve diğer âsî millî yoldaşlar içinde bulunan ahlâk dışı homoseksüeller, tembeller ve suçlular. Son iki grup, toplama kamplarına gönderilip tekrar eğitime tabi tutulmalıydı. Böylece millî topluma kabul edilebilir bireyler olarak değiştirilebilirlerdi. Bâzı ahlâk dışı kesim, genetik problemleri olduğundan kampların yanı sıra kısırlaştırılmalıydı. Yahudiler gibi ırksal düşmanlar, ulus toplumuna hiçbir zaman dahil olamayacaklardı ve toplumdan sonsuza dek uzaklaştırılmalıydılar. Alman tarihçi Detlev Peukert’e göre, Nazilerin amacı sürekli polisler tarafından izlenen bir hayalî ulus toplumu kurmak ve herhangi kurallara uymayan bir girişim tespit ettiklerinde bu girişime terörle cevap vermekti. Peukert’in 1944 tarihli, Nazilerin toplumdaki yabancılara karşı düzenledikleri “muamele” kanunlarından yaptığı alıntılara göre, Nazilerin amacı, ulus toplumunun oluşması yolunda üzerine düşen sorumlulukları yerine getiremeyen herkesi polis kontrolüne alıp takip etmek, eğer düzelmezlerse, toplama kamplarına almaktı.

Çekoslovakya’dan kaçan Yahudiler İngiliz polisi tarafından Varşova uçuşu için Croydon Havaalanına götürülürken. Mart 1939.

1933 Reichstag seçimlerine doğru, Naziler, muhaliflere karşı şiddetlerini artırdı. Yerel otoritelerin yardımıyla toplama kamplarını kurup yargı dışı mahkûmiyetlere, muhaliflerle başladılar. İlk kamplardan olan Dachau, 9 Mart 1933 tarihinde açıldı ve başta kampa komünistler ve sosyal demokratlar getirildi. Diğer ilk hapishaneler, Sturmabteilung (SA) tarafından yönetilen depo ve bodrumlarda ya da çok olmamakla birlikte, Schutzstaffel (SS) tarafından yönetilen depolarda kuruldu. Bu hapishanelerdeki kişiler, 1934 ortalarında daha büyük ve amaca yönelik olarak, şehir dışında kurulan, SS yönetimindeki kamplara gönderildi. Kampların ilk dönemdeki amacı, caydırıcılık oluşturarak, ulus toplumu kurallarına uymayan Almanları terbiye edip fikirlerini değiştirmekti. Kampa gönderilenler arasındaki eğitimli kişilerin iradeleri kırılıp millî yoldaşlara katılmaları istendi. Biyolojik olarak uygun olmayanlar ise, kısırlaştırılacak ve daimi olarak kampta tutulacaktı. Bu kesimin, sürekli artan iş yüküyle çalışırken ölmeleri beklenecekti. 1930'lar boyunca, Yahudilerin yasal, ekonomik ve sosyal hakları tek tek kısıtlandı. İsrailli tarihçi Saul Friedländer’in yazdıklarına göre Naziler, Almanya’nın gücünün kutsal Alman topraklarından ve kanının saflığından geldiğine inanıyordu. 1 Nisan 1933’te Yahudi işyerlerine karşı boykot düzenlendi. Bu gerçekleşen ilk millî antisemitist kampanyaydı. Başta bir haftalık olması beklendi fakat yeterince destek olmadığından bir gün sonra durdu. 1933’te yürürlüğe giren birçok kanun Yahudilerin hayatını etkilemeye başladı. Sivil Hizmeti Yeniden Düzenleme kanunu, Yahudileri toplumdaki birçok alandan uzaklaştırdı. Bu Nazi Almanyası’ndaki ilk antisemitist kanundu. Çiftlik Kanunu, Yahudilerin çiftlik sahibi olmalarını veya çiftlikte çalışmalarını engelledi. Yahudi avukatlar barodan ihraç edildi. Yahudi avukatlar ve hâkimler, ofislerinden ve mahkemelerden dışarı atılarak dövüldü. Başkan Paul von Hindenburg’un ısrarıyla, Hitler, I. Dünya Savaşı gazileri ve gazilerin çocukları olan memurları istisna olarak gösterdi ve görevlerinde kalmalarını sağladı. Hitler bu istisnayı 1937’de kaldırdı. Yahudiler, okullardan ve üniversitelerden, “Okullardaki Kalabalığı Engelleme” kanunuyla uzaklaştırıldı, Gazeteciler Birliğinden uzaklaştırıldılar ve gazete sahibi olmaktan veya editörlük yapmaktan men edildiler. 27 Nisan 1933 tarihli Deutsche Allgemeine Zeitung şöyle yazdı:

«  Kendine saygı duyan bir millet, önemli işlerini, ırksal açıdan yabancı olan insanların eline bırakamaz… Ülkede yüksek oranda yabancı kökenli insanlara izin vermek, farklı ırkların üstünlüğünü kabul etmektir ve bu davranıştan tamamıyla vazgeçilmelidir. »

Haziran 1933’te Kalıtımsal olarak Hastalıklı Zürriyetin Engellenmesi kanunu yürürlüğe girdi. Böylece yararsız insanlar kısırlaştırılacaktı. Bu büyük öjenik politika, 200 Kalıtımsal Sağlık Mahkemelerinin (Erbgesundheitsgerichte) kurulmasını sağladı. Mahkemenin kararlarıyla 400.000 kişi rızası olmadan kısırlaştırıldı.

1935: Naziler için Yahudi tanımını gösteren tablo Mischling

1935’te Hitler, Nürnberg Kanunlarını getirdi. Bu kanunlara göre, Yahudiler Aryan ırktan kişilerle cinsel ilişkiye giremeyecek ve evlenemeyecekti (Alman Onurunu ve Alman Kanını Koruma Kanunu). Yahudilerin Alman vatandaşlıklarını ellerinden alıp sivil haklarından mahrum bıraktı. Hitler “Kan Kanunu”nu özellikle tanımladı: “Problemin çözülmesi için kullanılan düzenlemenin işe yaramaması durumunda, problemin çözümü Nazi Partisinin Final Çözüm'üne (AlmancaEndlösung) bırakılacaktı”. Final Çözüm (AlmancaEndlösung), Naziler için Yahudilerin yok edilmesini anlatan üstü kapalı bir tanımdı. Ocak 1939’daki bir konuşmasında Hitler, şunları söyledi: “Eğer Avrupa’daki ve Avrupa dışındaki Yahudiler, milletleri tekrar bir Dünya Savaşı’nın içine sokarsa, sonucu dünyanın Bolşevik hale gelip Yahudilerin zafer kazanması olmayacak. Tam aksine Avrupa’daki Yahudi ırkının sona ermesine (AlmancaVernichtung) sebep olacak.” Konuşmasından alınan çekimler, 1940 yapımı Yahudi Göçebe (AlmancaDer ewige Jude) adlı bir Nazi propaganda filminin finali olarak kullanıldı. Bu filmin amacı Avrupa’daki Yahudilerin temizlenmesini mantıksal bir temele bağlamayı amaçladı.

Yahudi entelektüeller ülkeyi terk eden ilk kişiler oldu. Filozof Walter Benjamin, 18 Mart 1933 tarihinde Paris’e göçtü. Roman yazarı Leon Feuchtwanger İsviçre’ye göçtü. Koro şefi Bruno Walter, Berlin Filarmoni Salonu’nda bir defa daha konser verirse, binanın yakılacağı tehdidini aldıktan sonra ülkeyi terk etti. Albert Einstein 30 Ocak 1933’te Amerika’da bir gezideydi. Belçika Ostende’ye döndü ve Almanya’ya daha sonra hiç adım atmadı. Einstein Almanya’da gerçekleşenleri kitlesel delilik olarak adlandırdı. Kaiser Wilhelm Topluluğu'ndan ve Prusya Bilim Akademisi'nden kovuldu. Ayrıca vatandaşlığı iptal edildi. Almanya, 1938 yılında Avusturya’yı topraklarına kattığında, Sigmund Freud ve ailesi Viyana’dan İngiltere’ye göçtü. Saul Friedländer, Prusya Sanat Akademisi fahri başkanı Max Liebermann’ın görevinden istifa ettiğinde kimsenin sempati göstermediğini ve iki yıl sonraki ölümüne kadar sürekli dışlandığını yazdı.

Yahudi işyerlerine yönelik Nazi boykotu: SA askerleri Israel's Department Store'un önünde boykot çağrısı yapıyor, Berlin, 1 Nisan 1933. Tüm işaretler okunuyor: "Almanlar! Kendinizi savunun! Yahudilerden alışveriş yapmayın!"

Kristal Gece (Almanca: Kristallnacht) – 1938

Potsdamer Straße 26, Berlin, Kristallnacht'ın ertesi günü, Kasım 1938

7 Kasım 1938'de Polonyalı bir Yahudi olan Herschel Grynszpan, ebeveynlerinin ve kardeşlerinin Almanya'dan sınır dışı edilmesine misilleme olarak Paris'teki Alman Büyükelçiliğinde Alman diplomat Ernst vom Rath'ı vurdu. Vom Rath 9 Kasım'da öldüğünde, Dessau'daki sinagog ve Yahudi dükkanları saldırıya uğradı. Joseph Goebbels'in günlüğüne göre Hitler polisin geri çekilmesi gerektiğine karar verdi: Goebbels'in aktardığına göre Hitler, "Yahudiler bir kez olsun halkın öfkesini hissetmeli" demişti. David Cesarani'nin yazdığına göre sonuç "cinayet, tecavüz, yağma, mülkün tahrip edilmesi ve eşi benzeri görülmemiş ölçekte terör" oldu.

Kristallnacht ("Kırık Cam Gecesi") olarak bilinen 9-10 Kasım 1938 pogromunda, 9.000 Yahudi dükkânından 7.500'den fazlası yağmalandı ve saldırıya uğradı; 1.000'den fazla sinagog hasar gördü ya da yıkıldı. Yahudi grupları kalabalık tarafından sinagoglarının yanışını izlemeye zorlandı; Bensheim'da etrafında dans ettirildiler, Laupheim'da ise önünde diz çöktürüldüler. En az 90 Yahudi öldürüldü. Zararın 39 milyon Reichsmark olduğu tahmin ediliyordu. Goebbel'in günlüğünde belirttiğinin aksine, polis geri çekilmedi; Heinrich Himmler SS'lerin katılmasına kızsa da, normal polis, Gestapo, SS ve SA hepsi katıldı. Avusturya'da da saldırılar gerçekleşti. Şiddetin boyutu dünyanın geri kalanını şoke etti. The Times of London 11 Kasım 1938'de şunları yazdı:

Almanya'yı dünyanın gözünde karalamak isteyen hiçbir yabancı propagandacı, dün bu ülkeyi utandıran yakma, dövme, savunmasız ve masum insanlara alçakça saldırma hikayesini geçemezdi. Ya Alman yetkililer bu olayların bir parçasıydı ya da kamu düzeni ve holigan azınlık üzerindeki yetkileri gururla iddia edildiği gibi değildi.

9-16 Kasım tarihleri arasında 30.000 Yahudi Buchenwald, Dachau ve Sachsenhausen toplama kamplarına gönderildi. Birçoğu haftalar içinde serbest bırakıldı; 1939 başlarında kamplarda 2.000 kişi kalmıştı. Alman Yahudileri zararın tazmininden topluca sorumlu tutuldu; ayrıca bir milyar Reichsmark'ın üzerinde bir "kefaret vergisi" ödemek zorunda kaldılar. Mülklerine verilen zarar için yapılan sigorta ödemelerine hükümet tarafından el konuldu. 12 Kasım 1938'de çıkarılan bir kararnameyle Yahudiler kalan mesleklerin çoğundan men edildi. Kristallnacht, her türlü kamusal Yahudi faaliyetinin ve kültürünün sonu oldu ve Yahudiler ülkeyi terk etme çabalarını hızlandırdı.

İskân düzenlemeleri ve sürgünler

St. Louis Gemisindeki 930 Yahudi göçmen, Küba, Kanada ve ABD’ye kabul edilmediler ve Avrupa’ya gönderildiler

Savaştan önce, Naziler, Almanya’daki (ve daha sonra bütün Avrupa’daki) Yahudilerin Avrupa’dan uzaklaştırılmasını dikkate aldı. Hitler’in 1938-39 yıllarındaki Schacht Plânı’nı kabul etmesi ve Schacht planının boşa çıkmasından sonra uzun bir süreç içerisinde Yahudilerin binlerce sayıdaki Hitler’in kıskaçlarından kaçıyor olmaları, o dönemde Yahudilerin sistematik bir şekilde yok edilmesi planının olmadığını gösterdi. Tanganvika ve Güney Batı Afrika gibi eski Almanya kolonilerinin, Yahudilerin yerleştirilmesi için tekrar ele geçirilmesi girişimi Hitler tarafından durduruldu. Hitler’e göre, birçok Alman kahramanının kanlarının döküldüğü topraklar, Almanya’nın en büyük düşmanları için yerleşim yeri olamazdı. Bu konuyla ilgili diğer eski kolonyal güçlerle diplomatik yoldan anlaşmaya çalışıldı. Birleşik Krallık ve Fransa’dan Yahudileri kolonilerine kabul etmeleri istendi. Yahudilerin yeniden iskan edilmeleri için uygun görülen olasılıklar arasında, İngiliz Filistini, İtalyan Habeşistanı, İngiliz Rodezya’sı (günümüzde Zimbabwe), Fransız Madagaskarı ve Avustralya vardı. Bu yerlerin arasında, Madagaskar en ciddi olarak tartışılan opsiyondu. Heydrich, Madagaskar’ı sınırsal “Final Çözüm” olarak gördü. Adanın uzakta olması ve adadaki zorlu koşullar, ölümleri hızlandıracaktı. 1938’de Hitler’in onayıyla yeniden yerleştirme planı yürürlüğe girdi ve Adolf Eichmann’ın ofisi tarafından gerçekleştirilmekteydi. Bu süreç, Yahudilerin 1941 yılında toplu şekilde öldürülmelerinin başlamasına kadar devam etti. Bu plan, Holokost’a giden yolda psikolojik bir hazırlık gerçekleştirmişti. Madagaskar Plânı’nın sona ermesi, 10 Şubat 1942 tarihinde duyuruldu. Resmî açıklamada, Sovyetler Birliği’ne karşı verilen savaştan dolayı, Yahudiler doğuya gönderilecekti. Nazi bürokratlar, Yahudileri Sibirya’ya gönderme planı da yaptılar. Filistin, Nazi yeniden yerleştirme politikasının ciddi sonuçlar verdiği ve sonuca ulaştığı tek yer oldu. Ha Avara Anlaşmasıyla, İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesine kadar, 60.000 Yahudi ve 100 milyon dolar Almanya’dan Filistin’e gitti. Bu anlaşma Siyonist Federasyonu ve Nazi Hükûmeti arasında yapıldı.

İlk girişimler

Almanya işgali altındaki Polonya’da

Nazi Almanyası 1941, Genel Hükûmet bölgesi ve Nazi işgalindeki Polonya

Almanya’nın 1939 Eylül'ünde Polonya’yı işgal etmesi, “Yahudi Sorunu”nun ivediliğini artırdı. Polonya’da iki milyon Yahudi (nüfusun %9'unu oluşturmaktaydı) yaşamaktaydı. Bu insanlar yüzyıllar boyunca Polonya’da yaşamışlardı. Himmler’in sağ kolu Reinhard Heydrich, Polonyalı Yahudilerin büyük şehirlerde gettolarda toplanmasını ve hepsinin Alman Savaş endüstrisi için çalışmalarını önerdi. Gettolar tren yollarının çakıştığı yerlerde yapılmalıydı, böylece Heydrich’in deyimiyle gettolardaki Yahudiler daha kolay kontrol edilebilecek ve zamanı geldiğinde kolayca transfer edilebileceklerdi. 1961’deki sorgulamada, Adolf Eichmann, bu “transferin” imha anlamına geldiğini belirtti. Eylül’de Himmler, Heydrich’i Reich Güvenlik Baş Dairesi’nin (Reichssicherheitshauptamt - RSHA) başkanı olarak atadı. Bu kurum yedi departmana sahipti. Bu departmanların içinde, Güvenlik Polisi (SD) ve Gestapo vardı. Bu iki bölüm işgal edilmiş Polonya’da SS’in işlerini gözetlemekle ve Heydrich raporundaki, Yahudilere karşı politikaları yürütmekle hükümlüydüler. Yahudilerin ilk sistematik şekilde öldürülmeleri, Tannenberg Operasyonu’nda Selbschutz birimleri tarafından gerçekleştirildi. Yahudiler daha sonra gettolara dolduruldu ve hepsi Fritz Sauckel liderliğindeki Reich İş Gücü Ofisi gözetiminde çalıştırılmaya başlandı. Burada binlerce Yahudi kötü muameleden, hastalıktan, açlıktan ve yorgunluktan öldü, ama hâlâ sistematik öldürmeye yönelik herhangi bir program yoktu. Zorlu çalışmaların Yahudileri öldüreceği Naziler için aşikârdı ve Vernichtung durch Arbeit ("çalıştırarak yok etme”) oldukça sık kullanılan bir tanımdı. 1941 yılında, SS hiyerarşisinin, Alman kontrolünde bütün Yahudileri öldürecek politikayı yürürlüğe sokma isteği açıkça ortayken, Nazi rejimi içerisinde bu politikaya karşı olan muhalifler vardı. Bu muhalefetin sebebi insani değil, ekonomikti. Almanya savaş endüstrisini ve Alman ordusunun ekonomi departmanını yöneten Hermann Göring, bir milyondan fazla çalışabilir bedenin, Sovyetler Birliği'ne savaş açacak Almanya’nın savaş eforuna yararlı olacağı düşüncesindeydi.

Diğer işgal altındaki ülkelerde

Almanya 1940 yılında Norveç’i, Hollanda’yı, Lüksemburg’u, Belçika’yı ve Fransa’yı ve 1941 yılında Yugoslavya ve Yunanistan’ı işgal ettiğinde, antisemit politikalar bu ülkelerde de uygulandı fakat uygulamanın hızı ve şiddeti ülkeden ülkeye, ülkenin yerel politik durumlarına göre değişti. Yahudiler ekonomik ve kültürel hayattan men edilmişti ve birçok kısıtlayıcı kanunla hayatları zorlaştırılmıştı fakat gönderilmeleri 1942’den önce gerçekleşmedi. İşgal altındaki Fransa’yı yöneten Vichy rejimi, Fransız Yahudilerin zulme uğramaları için yardımcı oldu. Almanya’nın müttefikleri olan İtalya, Macaristan, Romanya, Bulgaristan ve Finlandiya, antisemit politikaları yürürlüğe sokma konusunda baskı altında tutuluyorlardı fakat zorlanana kadar bu politikaları gerçekleştirmediler. Alman kuklası bir rejim tarafından yönetilen Hırvatistan, aktif bir şekilde Yahudilere karşı kendi politikalarıyla savaş açtı. 10 Kasım 1941 tarihindeki bir kanunla Yahudilerin mal varlıklarına ve Yahudi şirketlerine yönelik bir el koyma sürecini başlatıldı.

Genel Hükûmet ve Nisko Plânı

28 Eylül 1939 tarihinde Almanya, Lublin bölgesinin kontrolünü, Alman-Sovyet anlaşması kapsamında, Litvanya’yı vererek ele geçirdi. Nisko Plânı’na göre, bölgede Lublin-Lipowa rezerv alanı kurulacaktı. Bu alan Almanya, Avusturya, Bohemya ve Moravya Protektorası’ndan Yahudileri temizlemekle sorumlu olan Adolf Eichmann tarafından tayin edildi. İlk Yahudiler üç haftadan az bir süre sonra, 18 Kasım 1939 tarihinde Lublin’e gönderildi. Yahudilerle dolu ilk tren, Avusturya ve Bohemya-Moravya Protektorası’ndandı. 30 Ocak 1940 tarihinde, 78.000 Yahudi, Almanya, Avusturya ve Çekoslovakya’dan Lublin’e gönderildi. 12 ve 13 Şubat 1940'ta Pomeranyalı Yahudiler, Lublin’e gönderildi. Böylece Pomeranyalı Nazi valisi Franz Schwede-Coburg, kendi bölgesinin Yahudilerden tamamen temizlemiş (Judenrein) olduğunu deklare eden ilk kişi oldu. 24 Mart 1940 tarihinde Göring, Nisko Plânı’nı durdurdu ve nisan ayında sona erdirdi. Nisana kadar, toplam 95.000 Yahudi Lublin’e sürgün edilmişti ve birçoğu açlıktan ölmüştü.

Temmuz 1940'ta, Genel Hükûmet altındaki artan popülasyonu yönetmek zorlaştığından Hitler sürgünleri durdurdu.

1940 Ekiminde, valiler Josef Bürckel ve Robert Heinrich Wagner, Bürckel operasyonuyla, kendi bölgelerindeki ve Alsace-Lorraine’deki Yahudileri, Fransa’nın işgal edilmemiş bölgelerine sürmek istedi. Sadece Hristiyanlarla evli olan Yahudiler sürülmemişti. Operasyondan etkilenen 6.500 Yahudi, toplanmadan iki saat önce durumla ilgili bildirildi (22-23 Ekim 1940 geceleri). Dokuz tren Fransa uyarılmadan sınırı geçti ve gelen Yahudileri kabul etmek istemeyen Fransızlar mutsuzdu. Sürülen kişiler kendi eşyalarını alamadılar ve bu eşyalar Alman yöneticiler tarafından ele geçirildi. Alman Dışişleri bakanı Joachim von Ribbentrop, Vichy Hükûmeti'nin sürgünlerle ilgili şikâyetlerine karşı oldukça yavaş hareket aldı. Bunun sonucu, sürülen Yahudiler Vichy Hükûmeti tarafından gurs, Rivesaltes ve Les Milles kamplarında kötü muameleye tabi tutuldu ve hepsi Almanya’ya geri dönme umuduyla bekledi. 1940 ve 1941 boyunca, çok sayıda Yahudi’nin işgal altındaki Polonya’da katledilmesi süreci ve Genel Hükûmet bölgesine Yahudilerin sürülme süreci devam etti. Aralık 1939 tarihine gelindiğinde, Genel Hükûmet bölgesinde, 3,5 milyon Yahudi toplanmıştı.

Toplama ve çalışma kampları

12 Nisan 1945: Lager Nordhausen, 20.000 ölü mahkûm

Nazi Almanyası’nın kurulmasından beri, toplama kampları, hapishane olarak kuruldular. Bu kamplardaki ölüm 50% gibi yüksek bir oranda olsa da, bu kamplar öldürme merkezleri olarak kurulmadılar (1942’ye doğru, Naziler tarafından işgal edilmiş olan Polonya’da, altı imha kampı toplu ölümler için kurulmuştu). 1939’dan sonra, kamplar, Yahudi ve Savaş tutsaklarının öldürüldüğü ve az yemekle ve işkenceyle çalıştırıldığı kamplar haline geldi. Tahminlere göre, Almanlar, çoğunluğunun Doğu Avrupa’da olduğu 15.000 kamp ve alt kamp kurdu. Yeni kamplar, yoğun oranda Yahudilerin, Polonyalı entelektüellerin, komünistlerin ve Romanların olduğu yerlerde kuruldu. Yahudilerin transferleri, eski tren kompartımanlarıyla kötü şartlarda gerçekleşti ve birçok Yahudi gidecekleri yerlere ulaşmadan öldü. Çalıştırarak imha etme, sistematik bir ölüm politikası haline geldi ve bu yöntemle, mahkûmlar durmadan, fiziksel olarak tükenene kadar çalıştırıldılar. Tükenen ve çalışamayacak duruma gelen mahkûmlar, yeni gelenlere yer açmak için ya vurularak ya da gaz odalarına gönderilerek öldürüldü. Bâzı kamplar, ulaşan mahkûmları dövmelerle numaralandırdı. Çalışabilecekler 12-14 saat sürecek mesailerine gönderilirdi. Çalışma öncesinde ve sonrasında, düzenli olarak saatler süren yoklamalar yapılırdı ve birçok mahkûm birçok nedenden dolayı ölürdü. Mahkûmlar çalışarak savaşa yarayacak birçok şey ürettiler. Örneğin, Mittelbau-Dora kampında mahkûmlar V-2 roketi ürettiler.

Gettolar (1940–1945)

Polonya’nın işgalinden sonra, Naziler, Yahudilerin ve Romanların ölüm kamplarına gönderilmeden önce tutulup kontrol altında kalmaları için gettolar inşa etti. 29 Eylül 1939 tarihinde ilk girişim olarak, Heyrich’ten AlmancaEinsatzgruppen başkanlarına gelen bir mektupla konseylerin kurulması emrini verdi. Her getto, AlmancaJudenrat (Yahudi Konseyi) adlı, Almanlar tarafından seçilmiş, Yahudi toplumundaki liderler tarafından kurulan konseylerle yönetildi. Bu konsey, günlük işleri düzenleyip gıda, su, ısınma, ilâç ve barınak dağıtımından sorumlu oldu. Konseyin stratejisi, Nazi yöneticileriyle işbirliği yaparak, kayıpları oldukça aza indirmekti. Rica ederek ve Nazi muamelelerini kabul ederek, merhamet ve daha iyi koşullar için çalıştılar. Konseyler ayrıca ölüm kamplarına transferler için hazırlık yapmak zorundaydı. Böylece konseyin cesaretini ve karakterini ortaya koyan noktalar, transferler için istenen listelerin hazırlandığı zamanlardı. AlmancaJudenrat üyeleri daha önce denenmiş ve test edilmiş erteleme, rüşvet, engel olmaya çalışma, yalvarma metotlarını kullandılar ama eninde sonunda bir karar alınmalıydı. Chaim Rumkowski gibi bâzıları, AlmancaJudenrat’ın kurban edilebilecek kişilerle, kurtarılması gereken kişiler arasındaki ayrımı yapmakla sorumlu olduğunu belirtti. Dr. Joseph Parnas gibi liste oluşturmaya karşı çıkan AlmancaJudenrat liderleri vurularak öldürüldü. 14 Ekim 1942 tarihinde, Byroza’daki bütün AlmancaJudenrat üyeleri, Nazilerle listeler için işbirliği yapmamak adına intihar etti.

Varşova gettosu 380.000 kişiyle en geniş olandı; Łódź gettosu 160.000 kişiyle ikinci en geniş gettoydu. Gettolar oldukça geniş ve kalabalık hapishanelerdi ve Michael Berenbaum’un deyimiyle gettolar, yavaş ve pasif ölüm araçlarıydı. Varşova gettosu Polonya başkenti popülasyonunun 30%’unu içinde bulundurmasına rağmen, bütün şehir alanının 2,4%’sini kapsıyordu. Oda başına ortalama 9,2 kişi düşüyordu.

1940 ve 1942 arasında, açlık ve hastalık (özellikle tifo) binlerce kişinin ölümüne sebep oldu. 1941’de 43.000 üzerinde Yahudi gettoda öldü. 1942’de toplam getto nüfusunun yarısından fazlası öldü.

«  “Almanlar geldi, polisler geldi ve evlerinin kapılarına vurmaya başladılar: ‘AlmancaRaus raus raus, Juden raus!’… Bir bebek ağlamaya başladı… Başka bir bebek ağlamaya başladı. Annesi idrarını eline yapıp çocuğa içirerek susturmaya çalıştı… Polis gittiğinde, annelere dışarı çıkmalarını söyledim. Bir bebek ölmüştü… Annesi korktuğundan istemeyerek bebeğini boğmuştu.”  »
(-Abraham Malik, Kovno Gettosunda başına gelen bir olayı anlatıyor.)

19 Temmuz 1942 tarihinde, Himmler transferlerin başlamasını emretti ve üç gün sonra, Varşova gettosundan transferler başladı ve sonraki 52 gün boyunca, 12 Eylül'e kadar 300.000 Yahudi Treblinka ölüm kampına trenlerle gönderildi. Birçok getto tamamıyla boşaltılmıştı. İlk getto ayaklanması 1942 Eylül'ünde, Polonya’nın güneydoğusunda bulunan Łachwa adlı küçük bir kasabada başladı. 1943 yılında, daha büyük silahlı ayaklanmalar gerçekleşti. Varşova Gettosu Ayaklanması ve Białystok Gettosu Ayaklanması Yahudiler için, güçlü Naziler karşısında yenilgiyle sonuçlandı. Hayatta kalan Yahudiler ya öldürüldü ya da ölüm kamplarına gönderildi.

Pogromlar (1939–1942)

Iași pogromundan kaçan Romanya Yahudilerini taşıyan trenden çıkarılan cesetler, Temmuz 1941

Dan Stone'a göre Romanya'da Yahudilerin öldürülmesi "esasen bağımsız bir girişimdi". Romanya, Almanya ile ittifak kurma çabalarının bir parçası olarak Mayıs ve Haziran 1940'ta Yahudi karşıtı önlemler aldı. Mart 1941'e gelindiğinde tüm Yahudiler işlerini kaybetmiş ve mallarına el konulmuştu. Haziran 1941'de Romanya, Sovyetler Birliği'nin işgalinde Almanya'ya katıldı.

Ocak ve Haziran 1941'de Bükreş pogromu ve Iași pogromunda binlerce Yahudi öldürüldü. Tuvia Friling ve diğerleri tarafından hazırlanan 2004 tarihli bir rapora göre, Iași pogromu sırasında 14.850 kadar Yahudi öldürüldü. Romanya ordusu, 18 Ekim 1941 ile Mart 1942 tarihleri arasındaki Odessa katliamı sırasında jandarma ve polisin de desteğiyle 25.000 kadar Yahudiyi öldürdü. Temmuz 1941'de Romanya'nın başbakan yardımcısı Mihai Antonescu, "topyekûn etnik arınma, ulusal yaşamın gözden geçirilmesi ve ırkımızın ruhuna yabancı olan, ökse otu gibi büyüyen ve geleceğimizi karartan tüm unsurlardan arındırılması" zamanının geldiğini söyledi. Romanya, Transdinyester'de 1941'den 1943'e kadar 154.000-170.000 Yahudi'nin sürüldüğü, son derece acımasız olduğu bildirilen toplama kampları kurdu.

II. Dünya Savaşı döneminde yerel nüfuslar tarafından gerçekleştirilen pogromlar oldu. Bâzıları spontane bir şekilde oldu, bâzıları da Nazilerin teşvikiyle oldu. Bu pogromlar arasında, 30 Haziran 1941 tarihinde Romanya’da gerçekleşen Laşi Pogromu (14.000 Yahudi öldürüldü) Romanyalılar ve polis tarafından gerçekleştirildi. Temmuz 1941’de gerçekleşen Jedwabne pogromunda 1.600 civarında Yahudi yerel Polonyalılar tarafından öldürüldü.

Ölüm mangaları (1941–1943)

1941 yılında Almanya’nın Sovyetler Birliği'ni işgal etmesiyle, yeni bir safha başladı. Naziler Litvanya’yı işgal ettikten sonra Holokost daha yoğunlaştı ve ülkenin Yahudilerinin 80%’i olan 220.000 kişi yıl bitmeden katledildi. 1942 başlarında işgal edilen, Belarus, Estonya, Letonya, Litvanya, Ukrayna, Moldova ve Rusya’nın batı kısmındaki Leniningrad-Moscow-Rostow’da toplam üç milyon Yahudi vardı.

Alman mobil öldürme kuvvetleri (AlmancaEinsatzgruppen) Kiev’deki Yahudileri Ivanhorod da öldürüyor.

Sovyet sınırlarından işgal edilen bâzı yerlerde yerel nüfus Yahudilerin ve diğer insanların öldürülmesinde yardımcı oldu. Litvanya, Letonya ve batı Ukrayna’da, Almanya işgalinin başından beri Yahudilerin öldürülmesinde oldukça aktif rol oynamışlardır. Leton Arais Taburu, bu yardım birimlerine bir örnekti. Buna ek olarak, Leton Ve Litvanyalı ülkelerinin yanı sıra, Belarus ve Ukrayna’daki Yahudilerin öldürülmesine de yardımcı oldu ve Polonya’daki imha kamplarında güvenlik görevlisi olarak çalıştılar. Bu yerel katılımcıları Almanlar organize ediyordu.

Toplu kıyımların birçoğu halka açık bir şekilde gerçekleştirildi. Naziler öldürmeleri, partizan ve haydutlara karşı operasyon olarak tanımladılar ama Alman tarihçi Andreas Hillgruber’e göre, “savaş suçu” veya “insanlık suçu” bu ölümler için daha uygun isimlerdi. Hillgruber’e göre, 2,2 milyon korunmasız ve masum kadın, erkek ve çocuğun ırksal ideolojilerle öldürülmesi hiçbir şekilde açıklanamazdı ve AlmancaEinsatzgruppen’i partizanlığa karşı bir tepki olarak gören alman generaller aslında yalan söylüyorlardı.

Ordu, SS güçleriyle, Yahudi karşıtı ve partizanlara karşı operasyonlarda sıkı işbirliği yapmaktaydı. 1941 yılı ortasında, Herman Fegelain liderliğindeki SS süvari tugayı, Pripyat bataklığında gerçekleşen bir anti partizan operasyonda, 699 Kızıl Ordu Askeri, 1.100 Partizan ve 14.178 Yahudi öldürdü. Operasyon öncesinde Fegelain, bütün ergin Yahudilerin vurulmasını ve kadın ve çocukların bataklıklara sürülmesini emretti. Operasyondan sonra, Ordu Grup Merkezinin arka taraflarını komuta eden General Max von Schenkendorff, 10 Ağustos 1941 tarihinde, Fegelein’in emrinin bütün Wehrmacht Güvenlik Bölümlerince her yerde gerçekleşmesini emretti ve 24 Eylül 1941 tarihinde bir seminer organize ederek, Yahudilerin en iyi nasıl ve verimli şekilde öldürülebilecekleri üzerinde tartıştı. Seminer 322 nolu taburun Knjashizy adlı köyde 32 Yahudi’yi öldürmesiyle bitti. Bu 32 kişinin öldürülmesindeki amaç toplanan taburlara, nasıl partizanları ayırt edebileceklerini öğretmekti. 322 nolu taburun kayıtları şöyle yazdı:

«  “Yapılanlar önce egzersiz olarak organize edildi. Böylece gerçek hayat koşullarında nasıl partizanların gidilecek yerlerde bulunacağı gösterilecekti. Tatbikat esnasında incelenen halk arasında partizanlar bulunamadı fakat 13 Yahudi, 27 Yahudi kadın ve 11 Yahudi çocuk bulundu. Bunların içinden güvenlik güçlerinin emriyle 13 Yahudi ve 19 Yahudi kadın öldürüldü.” »

Mogilev’deki bu seminerde öğrendiklerini göz önünde bulundurarak, bir Wehrmact subayı adamlarına “Partizan neredeyse, orada bir Yahudi vardır ve Yahudi neredeyse orada bir partizan vardır” dedi. 24 Kasım 1941 tarihli emirde, 707. Bölük komutanını şunları belirtti:

«  “Yahudiler ve Çingeneler”… Emredildiği gibi, Yahudiler yok edilmeli girilen her yerde ve Çingenelerinde sonu gelmelidir. Büyük çapta Yahudilere karşı operasyon düzenlemek bölük birimlerinin işi değildir. Bu görev, siviller ve polis tarafından yerine getirilmekte. Eğer herhangi bir Yahudi grubuyla karşılaşırsa, duruma göre, bölük birimleri tarafından yok edilebilirler ya da yakınlarda bulunan gettolara gönderilebilirler. Daha sonra bu gettolardan, sivil birimlere ya da SD’ye verilirler. »

Wehrmacht savaş suçları üzerinde uzmanlaşmış olan Alman tarihçi Jürgen Förster, Wehrmacht’ın Holokost’ta önemli bir rol oynadığını ve Shoah’yı sadece SS’in işi olarak görmenin yanlış olacağını belirtti.

Dosya:Liepaja December 1941 massacres 01.jpeg
Liepaja plajında toplu ölümler 15–17 Aralık 1941

Raul Hilberg, Alman (AlmancaEinsatzgruppen) kumandanlarının sıradan vatandaşlar olduğunu, çoğunun bir mesleğe sahip olduğunu, birçoğunun entelektüel insanlar olduğu ve bütün yeteneklerini, eğitimlerini ve bilgilerini iyi katiller olmak için kullandıklarını yazmıştır.

İşgal edilen Sovyet topraklarındaki geniş çapta gerçekleşen Yahudi infazları, Heydrich altındaki SS kuvvetlerinin görev grubuna verilmişti. Bu gruplar 1939 yılında Polonya’da daha kısıtlı bir şekilde kullanılmıştı ama gelinen noktada daha büyük bir kapsamda görevlendirildiler. (AlmancaEinsatzgruppe A) Baltık bölgede görevlendirilmişti, (AlmancaEinsatzgruppe B) Belarus’ta, (AlmancaEinsatzgruppe C) Ukrayna’nın orta ve kuzey kesimlerinde ve (AlmancaEinsatzgruppe D) Moldova ve Ukrayna’nın güneyi, Kırım ve 194 boyunca kuzey Kafkaslarda görevlendirilmişti. Otto Ohlendorf’a göre (mahkemesi esnasında belirttiği üzere), (“AlmancaEinsatzgruppen) orduların arkasında, Yahudileri, Çingeneleri, Komünistleri, aktif Komünistleri ve güvenliği bozacak herkesi öldürerek koruma görevinde bulundular.” Pratikte, kurbanları tamamen korunmasız Yahudi sivillerdi (operasyonlar esnasında hiçbir Einsatzgruppe üyesi öldürülmedi.) 1941 Eylül'üne doğru, yukarıda belirtilen dört Einsatzgruppen, sırasıyla, 125.000, 45.000, 75.000 ve 55.000 kişiyi öldürdü. Genelde hepsini şehir dışlarında toplu mezarlara koyarak üzerlerine el bombası atıldı.

Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesinde, Ukrayna Piryatin’de Einsatzgruppen’den kurtulan (6 Nisan 1942 tarihinde 1.600 Yahudi’yi öldürdükleri operasyondan) birinin hikâyesi vardır:

«  “Onları öldürürken gördüm. Öğleden sonra saat 5’e “çukurları doldurma” emri geldi. Çığlıklar ve yakarma sesleri geliyordu bu çukurlardan. Aniden, komşum Ruderman’ın topraktan çıktığını gördüm… Gözleri kanlıydı ve “bitirin beni” diye bağırıyordu… Ayağının dibinde ölü bir kadın vardı ve altından 4-5 yaşlarında bir çocuk sürünerek çıktı ve “anne” diye bağırıyordu. Sadece bunları gördüm çünkü hemen sonrasında bilincimi yitirdim.” »

Sovyetler Birliği'ndeki en kötü Yahudi katliamı, Kiev dışındaki Babi Yar adlı vadide gerçekleşti. 30 Eylül 1941 tarihinde 33.771 Yahudi tek bir operasyonla öldürüldü. Kiev’deki bütün Yahudi infazları, askerî yönetici General Friedrich Eberhardt, Güney Polis Komutanı (SS-Obergruppenführer) Friedrich Jeckeln ve AlmancaEinsatzgruppe C Komutanı Otto Rasch tarafından emredildi. SS ve SD nin karışımı ve güvenlik polisleri, Ukraynalı polislere infazlar için yardım etti. Direkt infazlara katılmasalar da 6. Ordu askerleri, Kiev’deki Yahudilerin toplanıp Babi Yar’da öldürülmelerinde büyük rol oynadılar. Pazartesi günü Kiev’deki Yahudiler Mezarlığın yanında toplandı. Trene binmeyi bekliyorlardı. Kalabalık çok büyüktü ve bu nedenle hiçbiri ne olup biteceğini bilemediler. Makineli silahların seslerini duyduklarında çok geçti. Kaçmak için hiç şans yoktu. Askerlerin oluşturduğu koridorlardan 10'ar kişilik gruplar olarak hareket ettirilip vuruldular. Olayı gören bir kamyon şoförü şöyle anlattı:

«  Sırayla, valizlerini, ceketlerini, ayakkabılarını ve elbiselerini ve iç çamaşırlarını çıkardılar… Soyunduklarında, 150 metre uzunluğunda ve 30 metre genişliğinde ve 15 metre uzunluğundaki hendeğe yönetildiler… En alta ulaştıklarında, Schulpolizei hali hazır ölü olan Yahudilerin üzerine yatmaları için zorladı… Cesetler resmen katman katmandı. Bir polis gelip her Yahudi’yi boynundan vurdu… Hepsini tek tek vurarak öldürdü. »

Himmler 1941 Ağustosunda Minsk’e gitti ve 100 Yahudi’nin öldürüldüğüne bizzat şahit oldu. Karl Wolff’un günlüğünde anlattığı olayda: “Himmler’in yüzü yeşildi. Cebinden bir mendil çıkardı ve yanağına sıçrayan beyin parçasını sildi. Sonra kustu. Tekrar doğrulduğunda, SS adamlarına, uymaları gereken kurallar hakkında dersler verdi.”

Einsatzgruppe D'nin komutanı SS-Gruppenführer Otto Ohlendorf, Einsatzgruppen duruşması sırasında suçsuz olduğunu savunuyor, Nürnberg, 15 Eylül 1947. Kendisi 1951 yılında idam edilmiştir.

Alman birlikleri ilerledikçe, "Alman karşıtı unsurların" toplu olarak vurulması görevi, Polonya'da olduğu gibi, bu kez Reinhard Heydrich komutasındaki Einsatzgruppen'e verildi. Saldırıların amacı, "Parti ve Devlet istihdamındaki Yahudiler" ve "radikal unsurlar" da dahil olmak üzere, yerel Komünist Parti liderliğini ve dolayısıyla devleti yok etmekti. Cesarani, Yahudilerin öldürülmesinin bu noktada bu faaliyetlerin bir "alt kümesi" olduğunu yazmaktadır.

Tipik olarak, kurbanlar vurulmak üzere bir hendeğin yanında sıraya girmeden önce soyunur ve değerli eşyalarını bırakırdı ya da hendeğe tırmanmaya zorlanır, alt kattaki cesetlerin üzerine yatar ve öldürülmeyi beklerlerdi. Bu ikinci yöntem Sardinenpackung ("sardalye paketleme") olarak biliniyordu ve SS subayı Friedrich Jeckeln tarafından başlatıldığı bildiriliyordu.

Einsatzgruppe A, Kuzey Ordu Grubu ile Baltık ülkelerine (Estonya, Letonya ve Litvanya); Einsatzgruppe B, Merkez Ordu Grubu ile Belarus'a; Einsatzgruppe C, Güney Ordu Grubu ile Ukrayna'ya; Einsatzgruppe D ise 11. Ordu ile daha güneye Ukrayna'ya gitti. Her bir Einsatzgruppe yaklaşık 600-1.000 erkekten oluşuyordu ve idari görevlerde birkaç kadın bulunuyordu. Dokuz Alman Düzen Polisi taburu ve üç Waffen-SS birimiyle birlikte hareket eden Einsatzgruppen ve yerel işbirlikçileri 1941-1942 kışına kadar neredeyse 500.000 kişiyi öldürmüştü. Savaşın sonunda, yaklaşık 1,3 milyon Yahudi ve çeyrek milyon kadar Roman dahil olmak üzere yaklaşık iki milyon kişiyi öldürmüşlerdi.

Önemli katliamlar arasında, Einsatgruppe B ve Litvanyalı işbirlikçilerin en az 70.000 Yahudi, 20.000 Polonyalı ve 8.000 Rus'u öldürdüğü Vilnius (Sovyet Litvanya'sı) yakınlarındaki Temmuz 1941 Ponary katliamı yer almaktadır. Kamianets-Podilskyi katliamında (Sovyet Ukrayna), 27-30 Ağustos 1941 tarihleri arasında yaklaşık 24.000 Yahudi öldürülmüştür. En büyük katliam, 29-30 Eylül 1941'de 33.771 Yahudi'nin öldürüldüğü Kiev'in dışındaki Babi Yar adlı vadide (yine Sovyet Ukrayna) yaşandı. Almanlar bu vadiyi savaş boyunca toplu katliamlar için kullandı; burada 100.000 kadar Yahudi öldürülmüş olabilir.

Yeni kitle katliamı metotları

Aralık 1939 itibarıyla, Naziler, yeni toplu infaz yöntemi olan gazla öldürmeye başladı. İlk olarak, deneysel gaz kamyonetleri tecrübe edildi. Pomeranya’daki akıl hastalarında, Doğu Prusya ve Polonya’da Action T4 adlı operasyonlarla denendi. 1941 Kasımı itibarıyla, Sachsenhausen toplama kampında 100 kişiyi alabilecek kamyonetlerde kullanılmaya başlandı. İlk denemelerde gaz silindirleri kullanılırken, bu büyük araçlarda, araçların egzozları kullanıldı. Bu kamyonetler Chełmno toplama kampına Aralık 1941’de götürüldü ve diğer 15 kamyonette Sovyetler Birliği'nden alınan topraklarda AlmancaEinsatzgruppen tarafından kullanıldı. Bu kamyonetler Reich Ana Güvenlik Ofisi tarafından kontrol edildi ve 500.000 civarında Yahudi, Roman ve diğer insanların öldürülmesinde kullanıldı. Kamyonetler iyice gözlemlendi ve bir ay sonunda, raporlar, 97.000 kişinin, makineler sorun vermeden üç araçla öldürülebileceği ortaya çıktı. Yeni bir imha yöntemine duyulan ihtiyaç Hans Frank tarafından dile getirildi ve bu ihtiyaçla birlikte SS daha geniş kapsamlı infazlar için gaz odalarını kullanmaya başladı. Gaz odalarının Christian Wirth tarafından icat edildiği bilinir.

Wannsee Konferansı ve Final Çözüm (1942–1945)

Wannsee villasındaki yemek odası. 15 kişi 20 Ocak 1942 tarihinde "Yahudi problemine final çözümü" için toplandı.
Auschwitz I
Auschwitz II (Birkenau)’ya giden tren yolu
Auschwitz II kampındaki boş gaz kutuları
Auschwitz II (Birkenau)’daki iki nolu krematoryumun kalıntıları.

Wannsee Konferansı, 20 Ocak 1942 tarihinde, Berlin Wannsee’de Reinhard Heydrich tarafından toplandı. Konferansa içlerinde devlet sekreterlerinin, kıdemli subayların, parti liderlerinin, SS yetkililerinin ve Yahudilerle ilgili politikalardan sorumlu devlet görevlilerinin olduğu 15 Nazi lideri katıldı. Toplantının ana nedeni “Avrupa’daki Yahudi problemine” çözüm bulmak için tartışmaktı. Heydrich, Hitler’in emri olan “Avrupa’daki Yahudi problemine çözüm bulmak” amacıyla, işgal edilen yerlerdeki toplu ölümleri planlamak istedi… Böylece bürokratlar, bu çözüm için gerekli bilgiyi ve sorumluluğu paylaşacaktı.

Eichmann tarafından hazırlanan belgeler bu güne kadar hayatta kaldı, fakat Heydrich’in talimatıyla örtmeceli bir dille yazıldı. Bu nedenle toplantıda kullanılan asıl kelimeler bilinmemekte. Buna rağmen, Heydrich’in toplantıda, Yahudilerin doğuya sürülmesi politikasının, başka ülkeleri gönderilmeleri politikasıyla yer değiştirdiğini ve bu politikanın da son çözümden önceki bir adım olduğunu söyledi. Son çözüm, sadece Almanlar tarafından kontrol edilen yerlerdeki değil, Birleşik Krallık ve Amerika Birleşik Devletleri gibi büyük ülkelerdeki aşağı yukarı 11 milyon Yahudi’yi içerecekti. Kendini açıklar şekilde, Heydrich’in planladığı “son çözüm” Yahudileri ya çalıştırarak ya da toplu infazlarla yok edecekti.

Yetkililer Genel Hükûmet bölgesinde 2,3 milyon, Macaristan’da 850.000, diğer işgal edilmiş yerlerde 11.000 ve iki milyonu Sovyetler tarafından yönetilen yerlerde olmak üzere beş milyon kadar Yahudi de Sovyetler Birliği'nde vardı. 6,5 milyon Yahudi, Polonya’daki ölüm kamplarına (Vernichtungslager) trenlerle gönderilecekti ve topluca gazla öldürülecekti. Auschwitz gibi bâzı kamplarda, çalışabilecekler bir süre hayatta kalacaktı fakat sonunda bütün Yahudiler öldürülecekti. Göring’in temsilcisi, Dr. Erich Neumann, bâzı endüstri işçileri için istisna elde etti.

Tepkiler

Alman halkı

Ian Kershaw, 1983 yılında yayınladığı Nazi Almanyası’ndaki Politik Muhalefet ve Popüler Fikir kitabında, Nazi dönemi Bavyera’sındaki günlük hayatı (Alltagsgeschichte) inceledi. Birçok Bavyeralı’nın tavırlarını inceleyen Kershaw, genel bakış açısının, Yahudilere olanlar karşısında vurdumduymazlık olduğunu belirtti. Kershaw’a göre, Bavyeralılar, Shoah hakkında yeterince bilgiye sahip değillerdi ve Yahudi problemi için yürürlüğe konulan son çözümden ziyade, daha çok savaşla ilgileniyorlardı. Kershaw, “Auschwitz’e giden yol nefretle inşa edildi ama vurdumduymazlıkla döşendi” diye belirtti.

Kershaw’ın, Bavyeralıların ve diğer birçok Alman’ın Shoah’ya karşı vurdumduymaz olduğu kanısı, Nazi Almanyası popüler fikir uzmanı İsrailli tarihçi Otto Dov Kulka ve Kanadalı Michael Kater tarafından tepki aldı. Kater’a göre, Kershaw; Almanya’daki antisemitizmin büyüklüğünü göz ardı etmişti. Yahudilere karşı yapılan bütün girişimler birçok Nazi tarafından biliniyordu ve diğer insanların bilmemesinin imkânı yoktu ve ayrıca, Yahudilerin yaşadıklarını organize eden Nazilerdeki antisemitizm tabii ki tepeden gelme değildi, aksine toplumun içinde gelişmişti. Kulka, Almanların çoğunun, Kershaw’ın gösterdiğinden daha antisemitist olduğunu ve vurdumduymazlıktan ziyade, “pasif uymacılık”ın daha uygun bir açıklama terimi olduğunu belirtti. Alman tarihçi Chrisof Dipper, 1983 yılında yazdığı yazıda, Nazi karşıtı muhafazakârların da antisemitist olduğunu yazdı. Alman popülasyonun büyük bir kısmı, bir “Yahudi Problemi”nin olduğuna ve çözülmesi gerektiğine inanıyordu. 2012 yılında yapılan bir araştırmaya göre, sadece Berlin’de 3.000 ve Hamburg’da 1.300 kamp bulunuyordu ve Alman nüfusunun olup bitenlerden haberdar olmamaları imkânsızdı. Robert Gellately, Alman nüfusunun olup bitenden haberdar olduğunu belirtti. Gellately’e göre, Naziler medya aracılığıyla sivillere birçok şeyi ilettiler ve Almanlar, gaz odaları dışında her şeyi biliyorlardı.

Uluslararası

Motivasyon

Tarihçi Hans Buchheim, 1965 yılındaki “emir ve uyma” yazısında, Yahudileri öldürmek için kimseye baskı uygulanmadığını ve Yahudileri katleden herkesin kendi kişisel iradesiyle bunları gerçekleştirdiğini yazdı. Buchheim SS emirlerine uymayan ve Yahudilerin ölümlerine katılmayan hiç kimsenin öldürülmediğini ve toplama kamplarına gönderildiklerine dair hiçbir delil olmadığını yazdı. Buccheim’a göre, bâzı kişiler yapılanları hoş görmese bile grubun değerlerine sahip çıkmak ve arkadaşları arasında zayıf görünmemek için emirleri uyguladı.

1992 deki kitabı Sıradan Adamlar: 101 numaralı Polis Taburu ve Polonya’da son Çözüm kitabında, Christopher Browning, Yahudileri toplayıp öldüren ve ölüm kamplarına gönderen, 101 no lu tabur (Ordnungspolizei) üzerinde bir çalışma yaptı. Taburdakiler, Hamburglu, orta yaşta, çalışan sınıftan insanlardı ve askerî görev için uygun değillerdi. Soykırım için de özel bir eğitim almamışlardı. Komutanları, bu insanlara, eğer yapılanları çok kötü bulurlarsa katılmamaları seçeneğini sundu. Çoğunluğu bu seçeneği kullanmadı. 500 kişilik taburdan, 15 kişiden azı bu seçeneği kullanmak istedi. Stanley Milgram’dan esinlenen Browning, taburdaki kişilerin itaat ve çevrelerindeki insanların baskılarından dolayı katliamlara katıldıklarını ve kana susamışlıktan dolayı katılmadıklarını belirtti. Kitabın genel olarak anlatmak istediği, insanlar görev için bir gruba katıldıklarında, grubun çoğunluğu, otoritenin verdiği emirlere, emirleri ahlâkî bulmasalar da uyarlar. Bu durum, Milgram’ın deneyindeki hipotezle aynıdır.

Rus tarihçi Sergei Kudryashov, Reinhard operasyonu kapsamındaki ölüm kamplarında personel olan, Trawniki SS bölüğü üzerinde çalışma yaptı. Bâzı Trawniki korumaları, Kızıl Ordu'da görevli olup Savaş tutsağı olarak mahkûm tutulan askerlerdi. Bu askerler, tutsaklıktan kurtulmak için, SS’e gönüllü olarak katıldı. Holokost tarihçisi Christopher R. Browning, bu gönüllülerin, ne kadar anti-komünist hisler taşıdıklarına göre ayırt edildiklerini belirtti. Çoğunluğu Ukraynalı, Leton ve Litvanyalıydı bu kişilerin Kudryashov’a göre, bu kişilerde Nasyonal Sosyalizme karşı bir sempati yoktu ve mahkûm edilmeden önce hepsinin komünist olduğunu belirtti. Buna rağmen, Trewniki adamları, Yahudilerin ölümlerinde aktif rol oynadı. SS’in verdiği emirleri harfiyen yerine getirdiler ve her biri düzinelerce Yahudi öldürdü. Browning’den sonra, Kudryashov, Trawniki adamlarının normal vatandaşlardan, istekli katillere dönüşmenin örnekleri olduğunu belirtti.

Trawniki adamları (Trawnikimänner), son çözüm için bütün büyük ölüm merkezlerinde görevlendirildiler, eğitimleri bu yönde yapıldı. Bu kişiler Yahudilerin Belzec, Sobibor, Treblinka II,Varşova (üç defa), Częstochowa, Lublin, Lvov, Radom, Kraków,Białystok (iki defa), Majdanek, Auschwitz ve Trawniki’deki toplu katledilmelerinde görev aldılar.

İmha kampları

Her imha kampında ölen insanların sayıları.
Kamp adı Ölü sayısı Koordinatlar Ref.
Auschwitz II 1.000.000 50°2′9″K 19°10′42″D / 50.03583°K 19.17833°D
Belzec 600,000 50°22′18″K 23°27′27″D / 50.37167°K 23.45750°D
Chełmno 320,000 52°9′27″K 18°43′43″D / 52.15750°K 18.72861°D
Jasenovac 58–97,000 45°16′54″K 16°56′6″D / 45.28167°K 16.93500°D
Majdanek 360,000 51°13′13″K 22°36′0″D / 51.22028°K 22.60000°D
Maly Trostinets 65,000 53°51′4″K 27°42′17″D / 53.85111°K 27.70472°D
Sobibor 250,000 51°26′50″K 23°35′37″D / 51.44722°K 23.59361°D
Treblinka 870,000 52°37′35″K 22°2′49″D / 52.62639°K 22.04694°D

1942 yılında, Auschwitz’ın yanı sıra, diğer beş kamp, Reinhard planını yürütmek amacıyla, imha kampı Vernichtungslager) olarak ilan edildi. Bu kamplardan ikisi (Chełmno. ve Majdanek) hali hazırda çalışma kampı olarak görev görmekteydi ve şimdi de imha tesisleri bu kamplara eklenmişti. Üç yeni kamp, sadece öldürme amaçlı inşa edildi ve Yahudileri oldukça çabuk bir şekilde öldürmeye tasarlandı. Bu kamplar, Belzec, Sobibor ve Treblinka’da kuruldu. Belarus’taki Maly Trostinets kampı da bu iş için kullanıldı ve Jasenovac kampı da etnik Sırpların genelde öldürüldüğü bir kamp oldu.

İmha kampları sık sık Dachau ve Belsen’deki toplama kamplarıyla karıştırılır. Ama toplama kampları, sadece insanları (genelde Komünist ve homoseksüeller) tutsak edip çalıştırmak için vardı ve genelde çoğunlukla Almanya içindeydiler. Bütün Nazi kamplarında ölüm oranı oldukça fazlaydı. Ölüm nedenleri, yorgunluk, açlık ve hastalıktı ama sadece imha kampları toplu ölümler için tasarlanmıştı.

«  Trenlerle gelen Yahudilerin vardığı rampa diye adlandırılan bir yer vardı. Gece gündüz bu kamplara varmaktaydılar. Bazen günde birken diğer günler günde beş defa kampa ulaşan tren seferleri olurdu… Devamlı olarak, Avrupa’nın kalbinden insanlar gelip yok oluyorlardı. Biliyordum ki kampa varan o kitlelerin 90%'ı birkaç saat içinde yok olacaklardı gazlanarak. —Rudolf Vrba, 18 Ağustos 1942 tarihinden 7 Haziran 1943 tarihine kadar Auschwitz’deki Yahudi rampasında çalışan biri. İmha kampları SS subayları tarafından yönetilmekteydi fakat genelde bu kamplar, Ukraynalı ya da Baltık yardımcı gruplar tarafından korundu. »

1941 sonunda işgal altındaki Polonya'da Almanlar yeni kamplar inşa etmeye ya da mevcut kampları genişletmeye başladı. Örneğin Auschwitz, Ekim 1941'de birkaç kilometre ötede Auschwitz II-Birkenau inşa edilerek genişletildi. Gaz minibüslerinin kullanıldığı Chełmno hariç, bu yeni tesislere 1942 ilkbaharı veya yazında gaz odaları yerleştirilmişti.

Kamp Konum
(işgal altındaki Polonya)
Ölümler Gaz
ODALAR
Gaz
minibüsler
İnşaat
başladı
Toplu gazlama
başladı
Kaynak
Auschwitz II Brzezinka 1,082,000
(tüm Auschwitz kampları;
960.000 Yahudi'yi içerir)
4 Ekim 1941
(savaş esiri kampı olarak inşa edildi)
c. 20 Mart 1942
Bełżec Bełżec 600,000 NoN 1 Kasım 1941 17 Mart 1942
Chełmno Chełmno nad Nerem 320,000 NoN 8 Aralık 1941
Majdanek Lublin 78,000 NoN 7 Ekim 1941
(savaş esiri kampı olarak inşa edildi)
Ekim 1942
Sobibór Sobibór 250,000 NoN Şubat 1942 Mayıs 1942
Treblinka Treblinka 870,000 NoN Mayıs 1942 23 Temmuz 1942
Toplam 3,218,000

Bazen imha kampı olarak tanımlanan diğer kamplar arasında işgal altındaki Sovyetler Birliği'nde Minsk yakınlarındaki Maly Trostinets bulunmaktadır; burada 65.000 kişinin çoğunlukla kurşuna dizilerek ama aynı zamanda gaz minibüslerinde öldürüldüğü düşünülmektedir; Avusturya'da Mauthausen; Polonya'da Gdansk yakınlarındaki Stutthof; ve Almanya'da Sachsenhausen ve Ravensbrück.

Gaz odaları

Buchenwald kampında yakılan tutsaklardan toplanan altın dişlerin bir kısmı.

Gaz odaları olan imha kamplarına, kurbanlar trenle geldi. Bazen trenle gelen herkes doğrudan gaz odalarına gönderildi, ama genelde kamptaki doktorlar, gelenleri seçim için toparladılar bir yerde ve çok az bir yüzde çalışmaya uygun bulunarak çalışma alanlarına gönderildi. Gelenlerin çoğunluğu platformlardan bir kabul alanına alınırdılar ve burada bütün kıyafetleri ve diğer eşyaları, savaşa destek için Naziler tarafından ele geçirilirdi. Hepsi tamamen çıplak bir şekilde gaz odalarına gönderilirdi. Genelde bu odaların duş ve dezenfektasyon odaları olduğu söylenirdi ve odaların dışındaki kapılarda “duş” ve “sauna” yazıları vardı. Bazen ellerine sabun ve havlu tutuşturulurdu ve eşyalarını koydukları yerleri hatırlamaları söylenirdi paniği engellemek için. Susayıp su isteyenlere acele etmeleri gerektiğini ve kampta onları kahvenin beklediğini söylerlerdi.

13 Eylül 1944 tarihinde, Amerikan gözlem uçağı tarafından çekilen Auschwitz-Birkenau fotoğrafı.

Auschwitz komutanı Rudolf Höss’e göre, birinci sığınak 800 ve ikinci sığınak 1.200 kişi içine alabiliyordu. Odalar dolduğunda ve kapıları tamamen kapatıldığında, odaların içine katı Zyklon-B topakları duvardaki deliklerden atılırdı. Bu topaklar, zehirli Hidrojen Siyanür yayardı. Odaların içindeki herkes 20 dakika içerisinde ölürdü. Ölümlerin hızı, kişilerin duvardaki gaz deliklerine ne kadar yakın olduklarına göre değişirdi. Höss’e göre, kurbanların üçte biri hemen ölürdü. SS doktoru Johann Kremer, gaz odasını sürecini takip ederdi ve ifadesine göre, deliklerden insanların çığlıkları duyulurdu ve hayatları için çırpındıkları çok açıktı. Odadan çıkarılırken, eğer oda çok sıkı doluysa -ki genelde öyleydi, kurbanların çoğu iki büklüm bulunurdu; vücutlarında kırmızı, pembe ve yeşil benekler vardı; bâzılarının ağzında köpük vardı ve bâzılarının kulaklarından kan gelirdi.

Gaz odadan vakumla çekilirdi, cesetler odalardan alınırdı (bu süreç dört saat kadar sürerdi), altın dişler ve dolgular, dişçi mahkûmlar tarafından alınırdı ve kadınların saçları kesilirdi. Odanın tabanı temizlenirdi ve duvarları tertemiz yıkanırdı. Bu işler, Sonderkommando olarak adlandırılan Yahudi mahkûmlar tarafından yapılırdı. Krematoryumda çalışan Yahudilerden bâzıları krematoryumun çatısında, bâzıları da gaz odalarında yatardı. Sonderkommando işini bitirdiğinde, SS kontrol ederdi ve kurbanların ağızlarına altınlar tamamen alındımı diye bakardı. Eğer içlerinde kayıp olursa, Sonderkommando lardan sorumlu olan canlı canlı fırının içine atılırdı.

İlk önce, cesetler oldukça derin çukurlara gömülürdü ve alçıyla kaplanırdı ama Eylül ve Kasım 1942 arasında, Himmler’in emriyle, çukurlardan çıkartılıp yakıldılar. 1943 başında, yeni gaz odaları ve krematoryumlar, artan sayıları karşılamak için inşa edildi.

« “Treblinka üzerinden geliştirmeler yaptık. Treblinka’daki 10 gaz odasının her biri 200 kişiyi alabiliyordu ama biz odaları 2000 kişi alacak şekilde tasarladık. Kurbanlarımızı, gelen trenlerden Auschwitz doktorları seçerdi. Çalışmaya uygun olanlar, kampa gönderilirdi ve diğerleri hemen imha alanlarına gönderilirdi. Çok küçük olduklarından ve çalışamayacaklarından, çocuklar istisnasız bir şekilde öldürüldü. Treblinka’dan farklı olarak, biz kurbanları kaderleriyle ilgili kandırabiliyorduk, ama Treblinka’da hemen her kurban öldürüleceğini biliyordu. Yapılanları gizlilik içinde yürütmemiz gerekiyordu fakat yanan cesetlerden gelen pis ve mide bulandırıcı koku bütün kampı ve çevredeki alanları kaplıyordu. Bu nedenle çevredeki halk Auschwitz’te olup bitenleri biliyordu. »
(Rudolf Höss, Auschwitz kampı komutanı, Nürnberg ifadesi.)

Bełżec, Sobibór ve Treblinka, adını Almanların işgal altındaki Polonya'nın Genel Hükümet bölgesindeki Yahudileri öldürme planından alan Reinhard Operasyonu kampları olarak anılmaya başlandı. Mart 1942 ile Kasım 1943 arasında bu üç kampta yaklaşık 1.526.500 Yahudi, sabit dizel motorların egzoz dumanından çıkan karbon monoksit kullanılarak gaz odalarında öldürüldü. Gömülmeden önce cesetlerden altın dolgular çıkarıldı, ancak Auschwitz'dekinin aksine kadınların saçları ölmeden önce kesildi. Treblinka'da kurbanları sakinleştirmek için, varış platformu sahte bir saatle tamamlanmış bir tren istasyonuna benzetildi. Bu üç kamptaki kurbanların çoğu ilk başta çukurlara gömüldü. 1942 yılının ortalarından itibaren, Sonderaktion 1005'in bir parçası olarak, Auschwitz, Chelmno, Bełżec, Sobibór ve Treblinka'daki mahkumlar, kısmen kanıtları gizlemek için, kısmen de kamplara yayılan korkunç koku ve içme suyunun kirleneceği korkusu nedeniyle gömülmüş cesetleri çıkarıp yakmaya zorlandı. Cesetler - Treblinka'da 700.000 ceset - açık ateş çukurlarında odunların üzerinde yakıldı ve kalan kemikler ezilerek toz haline getirildi.

Yahudi ayaklanmaları

Varşova Gettosu Ayaklanmasında hayatta kalan Yahudiler binanın dışına çıkarılıyor.
Varşova Gettosu Ayaklanması

Dünyanın en bilindik Holokost çalışmacılarından bilim insanı Raul Hilberg, yeni ufuklar açan çalışması Avrupalı Yahudilerin Yok Edilmeleri'nde şunları belirtmiştir:

«  Yahudilerin tepkileri, direnmeden yoksun olarak karakterize edilebilir. Oldukça belirgin Alman propagandası karşısında, Yahudilerin ayaklanmasını kanıtlayan aleni veya gizli kanıtlar, oldukça azdır. Avrupa’nın her tarafında aktif bir direniş organize edilmemişti ve hiçbir silahlı girişim yapılmamıştı. Psikolojik savaş bile yapılmamıştı. Tamamıyla hazırlıksız yakalandılar.

… Alman tarafından kayıpları göz önünde bulundurulduğunda, Yahudilerin silahlı ayaklanmalarının olduğundan söz edilemez. …Bütün katliamların en önemli öğelerinden biri, Yahudilerin katılımlarıyla, en basit olarak kişilerin olanlara sessiz kalarak kabul etmeleriydi. Bunun yanı sıra AlmancaJudenrat gibi konseylerin katkısı da göz önünde bulundurulmalıdır. … Yahudilerin eylemsizliklerini değiştirmeye çalışan Yahudi direniş kuruluşları Yahudilerin kuzular gibi kurban edilmeye doğru gitmemelerini söyledi.

…Batı Almanya’daki bir hapishane de, iki toplama kampını yöneten Franz Stangl’a, Yahudi kurbanlara karşı tepkisi soruldu. Kısa süre önce lemmings hakkında bir kitap okuduğunu ve ona Treblinka’yı hatırlattığını söyledi. »

Peter Longerich, önemli çalışmasında, benzer gözlemler belirtmiştir: “Yahudiler tarafında, pratik olarak hiç ayaklanma yoktu.” Hilberg, Yahudi tepkisizliğini ve itaatkârlığını, Holokostla ilgili sorumlu tutar. Yüzyıllarca, baskı uygulayan yöneticilere itaat ederek ve emirlere uyarak problemlerin dinmesi ve azalmasını bekledi Yahudiler. “Sıkıntı dönemlerinde birçok Yahudi kaybı oldu, fakat Yahudi toplumu tekrar küllerinden doğdu. Yahudiler hiçbir zaman yok edilemedi. Holokost döneminde durumun farklı olduğunun farkına çok geç vardılar.”

Varşova’da olanlar üzerine çalışan Timothy Snyder, Yahudilerin ancak geniş çaplı transferlerden sonra, 1942 yazında, silahlı direnişin gerekli olduğu kanısına vardıklarını belirtti. 1943 yılında gerçekleşen ve en büyük silahlı direniş olan, Varşova Gettosu Ayaklanmasında sadece küçük bir azınlık olarak kalan Polonyalı Yahudiler vardı. Yehuda Bauer ve diğer tarihçiler, ayaklanmanın sadece fiziksel olmadığını ve Yahudilere bu utanç verici ve insanlık dışı koşullarda tekrar asalet ve insanlık veren her türlü aktivitenin olduğunu belirtmiştir.

« Her gettoda, her trende, bütün çalışma kamplarında ve hatta ölüm kamplarında bile direniş isteği güçlüydü ve birçok farklı hal aldı. Bulunan her silahla saldırmak, bireysel meydan okumalar ve protestolar, ölüm korkusu olsa bile gizlice su ve gıda sağlamak, Almanların çaresizlik ve panik karşısında sevinmelerini engellemek. Pasif kalma bile bir direniş türüydü. Şerefle ölmek bir türüydü. Merhametsizliğe ve karşı duruş, hayvanların seviyesine inmeyi kabul etmemek, işkenceleri sessizce yaşamak da direnişin parçalarıydı. Olanlar hakkında şahitlik yapmak, zafere katkıda bulunmaktı. Hayata kalmaya çalışmak insanlık ruhu için bir zaferdi.  »
(—Martin Gilbert. Holokost: Yahudi Trajedisi.)

Yahudi ayaklanmasının en meşhur örnekleri; Varşova Gettosu Ayaklanması, Bialystok Gettosu Ayaklanması ve Çestohova Gettosu Ayaklanması'dır. Varşova Gettosu Ayaklanması bunların en sertiydi. Ocak 1943’te birkaç bin Yahudi çok güçlü olmayan silahlarla dört hafta boyunca, SS’e karşı direndi. Fakat dört hafta sonunda SS in oldukça daha güçlü silahlarına dayanamayıp kaybettiler. Yahudilerin bildirdiklerine göre 100 civarında Almanı öldürmüştü fakat Almanlar 17 kişinin öldüğünü ve 93 kişinin yaralandığını iddia etti. 13.000 Yahudi öldürülmüştü, 57.885 Yahudi de imha kamplarına gönderilerek gaz odalarında öldürüldü Almanların kayıtlarına göre. Direnişi daha sonra Mayıs 1943’te Treblinka imha kampı ayaklanması takip etti. 200 mahkûm kamptan kaçtı. Mahkûmlar görevlilerden daha fazla sayıyla direnip görevlileri öldürdü ve kamptaki binaları ateşe verdi. 900 kamp mahkûmu da öldürülmüştü. İki hafta sonra Białystok Gettosunda da ayaklanma oldu.

Eylül ayında kısa süren Vilna Gettosu ayaklanması gerçekleşti. Ekim ayında 600 Yahudi mahkûm Sobibor İmha kampından kaçmaya çalıştı. Mahkûmlar 11 Alman SS görevlisini ve birkaç kamp gardiyanını öldürdü. Öldürülenler bulunduğunda, kaçmaya çalışan mahkûmların üzerine ateş açıldı ve 300 mahkûm kaçmaya çalışırken öldürüldü. Kaçanlar büyük bir kısmı kampında etrafındaki mayın tarlalarında öldürüldü ya da bulunup infaz edildi. 60 civarında mahkûm hayatta kaldı ve Sovyet partizanlarına katıldı 7 Ekim 1944’te 250 Yahudi kamp çalışanı, Auschwitz’te gardiyanlara saldırdı ve dört numaralı krematoryumu patlayıcılarla havaya uçurdu. Patlayıcıları kadın mahkûmlar yakındaki fabrikadan içeri sokmuştu. Üç Alman gardiyan öldürülmüştü. Bu Yahudiler topluca kaçmaya çalıştı fakat bir süre sonra hepsi öldürüldü. Tahminlere göre 20.000–30.000 arasında Yahudi partizan, aktif bir şekilde Nazilere ve Doğu Avrupa’daki yandaşlarına karşı savaştı. Gerilla savaşına girip Nazilere karşı sabotaj girişimlerinde bulundular, getto ayaklanmalarını kışkırttılar ve mahkûmlara yiyecek sağladılar. Litvanya’da 3.000 Alman askeri öldürdüler. 1,4 milyon Yahudi asker, müttefikler ordusunda savaştı. Bunların 40%’ı Kızıl Ordu’da savaştı. Kızıl Ordu’da savaşan 200.000 Yahudi asker öldü. İşgal altındaki Polonya’da ve Sovyet sınırlarında, binlerce Yahudi, her zaman kabul edilmeseler de bataklıklara ve ormanlara kaçarak partizanlara katıldı. Yahudilerin çok sayıda olduğu Litvanya ve Belarus’ta Yahudi partizanlar binlerce Yahudi’nin hayatını kurtardı. Budapeşte gibi bâzı şehirlerde böyle gelişmeler için hiç şans yoktu. Amsterdam’da ve Hollanda’nın birçok yerinde, Yahudiler Hollanda direnişinin içinde yer aldı. 1944 Varşova Ayaklanmasında, 1943 Varşova Gettosu Ayaklanmasından daha fazla insan vardı.

Fransız Yahudiler, Fransız Direnişinde oldukça aktif rol aldı. Gerilla savaşıyla, Nazilere ve Vichy Hükûmeti’ne karşı savaştılar. Müttefiklerin Fransa’da daha güçlü saldırılar yapmalarına yardımcı oldular ve birçok Fransa şehrinin kurtulmasına katkı sağladılar. Yahudiler Fransa toplumunun 1%’ini oluşturmalarına rağmen, Fransa direnişinin 15-20%’sini oluşturdular (208). Siyonist Yahudiler Yahudi Ordusunu (Armee Juive) kurdu ve direnişe Siyonist bayrakla katıldı. Ayrıca Yahudilerin ülke dışına kaçmalarına yardımcı oldu. Daha sonra diğer Yahudilerle Paris, Lyon, Toulouse, Grenoble ve Nice şehirlerinin kurtulmasına yardımcı oldular.

«  Birçok insan Yahudilerin ölümlerine kurbanlık kuzular gittiğini düşünür ama bu doğru değildir. Uzun yıllardır birçok Yahudiyle beraber çalıştım direnişte ve açıkça söyleyebilirim ki benden daha çok risk aldılar. – Pieter Meerburg. »

Yahudilerin büyük bir kısmı için, direniş, erteleme, kaytarma, ikna etme, pazarlık etme ve mümkün olduğunda Almanlara rüşvet verme gibi pasif formlar aldı. Tarihten gelen, Avrupa’daki Yahudilerin anlaşma yöntemine gitmeleri, direnişlerini oldukça sona bırakmalarına neden oldu Holokost’ta. Varşova gettosu ayaklanması, Yahudi nüfusunun 500.000’den 100.000’e azalmasından sonra, Yahudilerin artık anlaşacak bir şeylerin kalmadığına ikna olduklarında gerçekleşti. Paul Johnson şunları yazdı:

Yahudiler bir milenyum boyunca zulme maruz kaldılar ve tecrübelerinden, direnişin hayat kurtarmaktan ziyade hayatların son bulmasına neden olduğunu öğrendiler. Tarihleri, dinleri, folklorları, sosyal yapıları ve hatta konuştukları sözcükler, onları anlaşmaya, ödemeye, yalvarmaya, protesto etmeye ve kavga etmemeye alıştırdı.

Yahudi toplumu, Holokost süresince, Almanların gündemi hakkında yalanlara maruz kaldı ve kandırılarak olan bitenden haberdar olamadı. Dış dünyadaki ve içteki birçok habere ulaşmaları engellendi. Almanlar Yahudilere, çalışma kamplarına gittiklerini söyledi ve gaz odalarına girene kadar yalanlarla gerçeği sakladı. Resimlerde de görüldüğü gibi, Yahudiler trenlerden valizlerle inip gaz odalarına bunlarla gittiler. Ölüm kamplarda Yahudilerin başlarına nelerin geldiği çok yavaş bir şekilde gettolara iletildi ve çoğu zaman anlatılanlara gettolardakiler inanmadı.

Stroop Raporu fotoğrafı: Varşova Gettosu Ayaklanması'ndan yakalanan isyancılar, Mayıs 1943; sağdaki kadın Hasia Szylgold-Szpiro.
Varşova Gettosu çocuğu: Varşova Gettosu Ayaklanması sonrasına ait bir başka Stroop raporu görüntüsü; sağdaki silahlı SS adamı Josef Blösche.

Polonya'daki gettolarda 1942'nin sonuna kadar neredeyse hiç direniş olmadı. Raul Hilberg bu durumu Yahudi zulmünün tarihine atıfta bulunarak açıklıyordu: Uyum, saldırı azalana kadar durumu alevlendirmekten kaçınabilirdi. Timothy Snyder, ancak Temmuz-Eylül 1942 sürgünlerinden sonraki üç ay içinde silahlı direnişin gerekliliği konusunda anlaşmaya varıldığını belirtmiştir.

Zirvesi

Reinhard Heydrich Haziran 1942'de Prag'da öldürüldü ve yerine Ernst Kaltenbrunner geçti. Kaltenbrunner ve Eichmann, Himmler’in yakından takibiyle, Final Çözüm'ün doruk noktasını yönetti. 1943 ve 1944'te imha kampları durmadan çalışarak birçok kişinin hayatlarına son verdi. 1944 baharında, her gün 8.000 kadar Yahudi Auschwitz kampında öldürülüyordu.

Savaş endüstrisine yardımları büyük olmalarına rağmen, 1943'te birçok Yahudi Gettosu boşaltıldı ve popülasyonları imha kamplarına gönderildi. Bunların arasında en genişi 1943’te Varşova Gettosundan 100.000 Yahudi’nin imha kamplarına gönderilmesiydi. Bu olay, Varşova gettosu ayaklanmasını ateşledi ve ayaklanma gaddarlıkla sona erdirildi. 42.000 Yahudi, 3-4 Kasım 1943’te Hasat Festivali Operasyonunda vuruldu. Aynı zamanda, trenlerde batıdan Yahudileri Güney Avrupa’ya getiriyorlardı. Sovyet sınırlarındaki imhalar, yine aynı sınırlarda SS ve yerel güçler tarafından gerçekleştiriliyordu. 1943 sonlarında Almanlar Sovyet sınırlarının büyük bir kısmından geri itilmişti. Alman tren yollarının önceliği Yahudileri imha kamplarına taşımaktı. Bir süre sonra, ekonomi yöneticileri, kaynakların, ekonomiye yarayan yetenekli Yahudileri öldürmek için kullanılmasına karşı şikâyet ettiler. 1944’e doğru Nazi fanatizmiyle kör olmayan her Alman, Almanya’nın savaşı kaybettiğini biliyordu. Birçok subay, Almanya’nın başına gelecekler ve kişisel olarak başlarına gelecekleri düşünüp korkmaya başlamıştı fakat Himmler ve SS’e karşı direnmek imkânsızdı.

Ekim 1944’te Yakalanan Yahudiler belediye tiyatrosuna götürülüyor.

Ekim 1943’te, Himmler, Poznan’da toplanan kıdemli Nazi subaylarına bir konuşma yaptı. Burada her zamankinden daha açık bir şekilde Avrupa’daki Yahudileri yok etmek istediğini belirtti ve Yahudi probleminin hayatındaki en zor sorunlarından biri olduğunu belirtti. Anne, çocuk bütün Yahudilerin dünyadan yok edilmelerinin önemli olduğunu anlattı. Bu konuşmayı dinleyenler arasında, Amiral Karl Dönitz ve Silahlı Kuvvetler Bakanı Albert Speer vardı. Dönitz, Final Çözüm'den haberdar olmadığını Nürnberg mahkemelerinde anlattı. Speer, öte yandan, “Anlamadıysam, anlamak istemediğim içindi” dedi. Mahkemeler esnasında, konuşmaya ait yazı bilinmiyordu.

19 Mart 1944’te Hitler, Macaristan’ın asker tarafından işgal edilmesini emretti ve Eichmann’ı, Macaristan’da bulunan 800.000 Yahudi’nin imha kamplarında gönderilmesini yönetmesi için Macaristan’a gönderdi. Hitler kişisel olarak, Macar Amiral Miklos Horthy’e şikâyet etti. 18 Mart 1944’te şunları bildirdi:

«  Macaristan, Yahudi problemi hakkında bir şey yapmadı ve büyük rakamlardaki Yahudilerle ilgili adım atmak için hazır değildi.Evans 2002, s. 102-103 »

Yahudilerin yarısından fazlası Auschwitz’e gönderildi. Komutan Rudolf Höss, üç ayda 400.000 Macar Yahudi’nin öldürüldüğünü yargılanırken bildirdi.

“Yarar için kan”

Macaristan’daki Yahudileri öldürmeyi amaçlayan operasyon, Nazi hiyerarşisinde muhalefetle karşılandı ve bâzı kişiler, Hitler’in müttefiklerle, hayatların karşılığında barışçıl bir anlaşma isteyerek görüşmesini önerdi. İstanbul’da Himmler’in ajanları, İngiliz ajanları ve Yahudi kurumların temsilcileri resmi olmayan görüşmeler yapıyordu. Bir noktada, Eichmann bir milyon Yahudi’ye karşı 10.000 kamyon istedi (sonra bu istek Yarar için Kan olarak adlandırıldı) fakat bu çapta bir anlaşmanın gerçekleşmesi imkânsızdı.

Kaçışlar, gerçekleşenler hakkındaki yayınlar (Nisan–Haziran 1944)

Yüzbaşı Witold Pilecki

Londra'daki sürgündeki Polonya hükümeti 1940'tan itibaren Varşova'daki Polonya yönetiminden Auschwitz'deki imha kampı hakkında bilgi aldı ve Michael Fleming'e göre Ağustos 1942'ye gelindiğinde "Polonya'ya ve Polonya'dan sürekli bir bilgi akışı" vardı. Bu büyük ölçüde, Varşova'da tutuklanmasına izin verdikten sonra Eylül 1940'ta kampa gönderilen Polonya İç Ordusu'ndan Yüzbaşı Witold Pilecki sayesinde olmuştur. Nisan 1943'te firar edene kadar kampta kalan Pilecki'nin görevi bir direniş hareketi (ZOW) kurmak, kampı ele geçirmeye hazırlanmak ve dışarıya bilgi kaçırmaktı.

6 Ocak 1942'de Sovyet Dışişleri Bakanı Vyacheslav Molotov, Kızıl Ordu'nun kurtardığı bölgelerde ortaya çıkan toplu mezarlar ve cesetlerin yanı sıra Alman işgali altındaki bölgelerden gelen tanık raporlarına dayanarak Alman vahşeti hakkında diplomatik notlar gönderdi. Fleming'e göre, Mayıs ve Haziran 1942'de Londra'ya Chełmno, Sobibór ve Bełzėc'deki imha kampları hakkında bilgi verildi. Szlama Ber Winer Şubat ayında Chełmno'dan kaçtı ve Varşova Gettosu'ndaki Oneg Shabbat grubuna bilgi aktardı; raporu Grojanowski Raporu takma adıyla biliniyordu. Yine 1942'de Jan Karski, Varşova Gettosu'na iki kez kaçırıldıktan sonra Müttefiklere bilgi gönderdi. Temmuz 1942 civarında, Varşova'daki Polonyalı liderler Auschwitz'de Yahudilerin toplu olarak öldürüldüğünü öğrenmişti. Polonya İçişleri Bakanlığı Sprawozdanie 6/42 adlı bir rapor hazırladı ve raporun sonunda şöyle deniyordu

Farklı infaz yöntemleri vardır. İnsanlar idam mangaları tarafından vurulmakta, "hava çekici" /Hammerluft/ ile öldürülmekte ve özel gaz odalarında gazla zehirlenmektedir. Gestapo tarafından ölüme mahkum edilen mahkumlar ilk iki yöntemle öldürülür. Üçüncü yöntem olan gaz odası, hasta ya da çalışamayacak durumda olanlar ve özellikle bu amaçla nakledilenler /Sovyet savaş esirleri ve son zamanlarda Yahudiler/ için kullanılır.

Sürgündeki Polonya Hükümeti tarafından Alman İşgali Altındaki Polonya'da Yahudilerin Toplu İmhası, Birleşmiş Milletler'e hitaben, 10 Aralık 1942

Sprawozdanie 6/42 12 Kasım 1942'de Londra'ya ulaşmış ve burada İngilizceye çevrilerek, üzerinde 27 Kasım 1942 tarihinin el yazısıyla yazılı olduğu 108 sayfalık "Polonya'daki Koşullar Hakkında Rapor "un bir parçası haline getirilmiştir. Bu rapor Washington'daki Polonya Büyükelçiliğine gönderildi. 10 Aralık 1942'de Polonya Dışişleri Bakanı Edward Raczyński, yeni kurulan Birleşmiş Milletler'e cinayetlerle ilgili bir konuşma yaptı; konuşma Alman İşgali Altındaki Polonya'da Yahudilerin Toplu İmhası başlığıyla dağıtıldı. Zehirli gaz kullanımından; Treblinka, Bełżec ve Sobibór'dan; Polonya yeraltı dünyasının buralardan imha kampları olarak bahsettiğinden ve Mart ve Nisan 1942'de Bełżec'te on binlerce Yahudi'nin öldürüldüğünden bahsetti. Polonya'daki 3.130.000 Yahudi'den üçte birinin çoktan ölmüş olduğunu tahmin ediyordu. Raczyński'nin konuşması New York Times ve The Times of London tarafından haberleştirildi. Winston Churchill konuşmayı aldı ve Anthony Eden konuşmayı İngiliz kabinesine sundu. 17 Aralık 1942'de 11 Müttefik, Birleşmiş Milletler Üyeleri tarafından "soğukkanlı imha politikasını" kınayan Ortak Deklarasyonu yayınladı.

İngiliz ve Amerikan hükümetleri aldıkları istihbaratı kamuoyuna duyurma konusunda isteksizdi. BBC Macar Servisi'nin Carlile Macartney tarafından yazılan bir notunda 1942 yılında şöyle deniyordu: "Yahudilerden hiç bahsetmemeliyiz." İngiliz hükümetinin görüşü, Müttefik yayınlarının Yahudilere odaklanması halinde Macar halkının antisemitizminin Müttefiklere güvenmemelerine yol açacağı yönündeydi. Antisemitizmin ve izolasyonizmin yaygın olduğu Amerika Birleşik Devletleri'nde de hükümet benzer şekilde savaşın Yahudilerle ilgili bir savaşa dönüşmesinden korkuyordu. Hükümetler ve Alman halkı Yahudilere ne olduğunu anlamış gibi görünse de, Yahudilerin kendileri anlamamış gibi görünüyor. Saul Friedländer'e göre, "işgal altındaki Avrupa'nın dört bir yanındaki Yahudilerin bıraktığı tahminler, çevredeki toplumun geniş kesimlerinin aksine, kurbanların nihayetinde kendilerini neyin beklediğini anlamadıklarını gösteriyor." Yazar, Batı Avrupa'da Yahudi topluluklarının bilgileri bir araya getirmekte başarısız olduğunu, Doğu Avrupa'da ise başka yerlerden duydukları hikayelerin sonunda kendileri için de geçerli olacağını kabul edemediklerini yazıyor.

Kamplardan kaçışlar azdı fakat biliniyorlardı. 1940'ta, bir Auschwitz komutanı şunları belirtti, “yerel nüfus fanatik Polonyalı ve nefret ettikleri SS’e karşı her türlü müdahaleye karşı hazırlardı. Kamptan kaçan herkes ulaştıkları ilk çiftlikte yardım alabileceklerine emindi”. Ruth Linn, öte yandan, kaçan Yahudilerin yerel halka güvenemediklerini belirtti. Şubat 1942’de Chełmno imha kampından kaçan mahkûm Jacop Grojanowski, Varşova Gettosuna ulaştı ve Oneg Şabat grubuna Chełmno kampı hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Verdiği bilgiler (Grojanowski raporu) getto dışına çıkarıldı ve Polonya’daki yeraltı gruplarına oradan da Haziran 1942’de İngiltere’ye ulaştırıldı. Rapora o noktada ne olduğuna dair bir bilgi bulunmamakta. Bu arada, 1 Şubat'ta Birleşik Devletler Savaş İstihbarat Ofisi, Yahudi imha kamplarıyla ilgili bilgileri dağıtmama kararı aldı. Nedeni bu bilgilerin insanları yanlış yönlendirip savaşın sadece bir Yahudi problemi olmasını düşünmelerine sebep olacaktı.

Aralık 1942’de Batılı müttefikler, Birleşmiş Milletler Ortak Deklarasyonunu yayınladılar. Bu deklarasyonda, Hitler’in Yahudileri yok etme isteklerinin Avrupa’da gerçekleştiğini ve gerçekleşen bu vahşetin mümkün olan en güçlü ifadelerle kınandığını belirttiler.

1942’de Jan Karski, Polonyalı, İngiliz ve ABD hükûmetlerine, Polonya’daki durumu, özellikle Varşova Gettosunun yok edilmesini ve Holokost’u raporladı. Sürgündeki Polonyalı politikacılarla ve birçok parti üyeleriyle görüştü. İngiliz dış işleri sorumlusu Anthony Eden’e konuştu ve Varşova ve Belzec’te gördüklerini anlattı. 1943’te Londra’da, meşhur gazeteci Arthur Koestler ile görüştü. Sonra Amerika’ya giderek, başkan Franklin D. Roosevelt’le görüştü. Verdiği raporlar, batının bilgilendirilmesindeki anahtar girişimlerdi.

Temmuz 1943’te Karski, yine Roosevelt’e Polonya’da olanları anlattı. Ayrıca içlerinde Felix Frankfurter, Cordell Hull, William Joseph Donovan ve Stephen Wise’nin olduğu önemli liderlerle de görüştü. Karski ayrıca raporlarını medyayla, rahiplerle ve Hollywood film endüstrisi ve artistleriyle paylaştı. Pek başarıya ulaşamadı. Konuştuğu birçok insan ona inanmadı ya da abartılarla dolu, sürgündeki Polonyalı politikacıların propagandası olarak gördü. Yahudilerin gaz odalarında öldürüldükleri, yasadışı gazetelerde de yer aldı. Ama anlatılanlar o kadar inanılmazdı ki, birçok insan bunları savaş propagandası olarak algıladı.

Eylül 1940'ta Witold Pilecki gönüllü olarak Auschwitz’e gitti ve bir örgüt oluşturdu. Dışarı sızdırdığı raporlar, Batıyı Auschwitz hakkında bilgilendiren ana kaynak oldu. Pilecki Auschwitz’ten kaçtı ve hazırladığı rapor Ağustos 1942’de iki kısımlık bir rapor olarak Londra’daki Strateji Ofisine gönderildi. Raporda gaz odaları, seçmeler ve kısırlaştırma girişimleri hakkında bilgiler ve detaylar vardı. Raporda, Birkenau’da üç krematoryum vardı ve günde 10.000 kişinin yakılmasında kullanılabiliyor, kampta bir günde 30.000 Yahudi’nin gazlanabiliyordu.

Pilecki’nin kaçışından önce, Auschwitz 20 Haziran 1942 tarihinde inanılmaz bir kaçışa sahne oldu. Ukraynalı Eugeniusz Bendera ve Kazimierz Piechowski, Stanisław Gustaw Jaster ve Józef Lempart adlı üç Polonyalı SS kıyafeti giyerek ve bir SS aracını alarak kamptan kaçtı. Yanlarından Pilecki’nin Holokost hakkındaki raporu vardı. Almanlar daha sonra hiçbirini yakalayamadılar.

Rudolf Vrba ve Alfred Wetzler, 1944’te Auschwitz’ten kaçtılar ve Slovakya’ya gittiler. Yayınladıkları 32 sayfalık Vrba-Wetzler raporunda Auschwitz’teki toplu katliamların nasıl gerçekleştiğini daha detaylı anlattılar. İyi hafızasından dolayı kamptaki süreci en derin detayları yazdı Vrba ve diğer raporlarla karşılaştırıldıklarında tutarlı olması, detaylarından dolayı raporu müttefikler için daha değerli kıldı. 27 Mayıs 1944’te Auschwitz’ten kaçan Arnost Rosin ve Czesław Mordowicz, Slovakya’da paylaştıkları raporda diğerlerine ek olarak, 100.000 Macar Yahudi’nin inanılmaz hızlı bir şekilde insan vücudundan çıkan yağların yardımıyla yakıldıklarını belirtti.

BBC ve New York Times, Vrba-Wetzler raporundan kısımları 15 Haziran, 3 Temmuz ve 6 Temmuz’da yayınladı

Ölüm yürüyüşleri (1944–1945)

1944 ortalarında, Son Çözüm tam gazla yürütülüyordu. Nazi rejiminin ulaşabileceği yerlerdeki bütün Yahudi toplumu imha kamplarında yok edilmişti. Fransa’da bu sayı 25% ve Polonya’da 90%’dı. Himmler bir konuşmasında, Yahudi probleminin Almanya ve Almanya’nın işgal ettiği yerlerde genel olarak çözüldüğünü belirtti. 1944’te bu süreç, Alman askerlerinin yenilgileriyle daha zor bir hal aldı. Haziran ayında, müttefikler Fransa topraklarına indi. Hava saldırıları tren ulaşımını zorladı. Bu dönemde, Sovyet Orduları yaklaştığında doğu Polonya’daki kamplar boşaltılıp kapatılmışlardı ve hayatta kalan mahkûmlar, Almanya’ya daha yakın kamplara gönderilmişlerdi. Auschwitz, Sovyet kuvvetlerinin yaklaşmasıyla kapatıldı. Son 13 kadın mahkûm 25 Kasım 1944 tarihinde Auschwitz’te öldürüldü.

Kamplarda neler olduğunu anlatacak bütün deliller yok edilmeye çalışıldı. Gaz odaları bozulup aletler çözüldü. Krematoryumlar patlatıldı. Toplu mezarlar açıldı ve cesetler yakıldı. Polonyalı çiftçilerden bu alanlara ekin ekmeleri istendi, böylece olanlar hakkında kimsenin hiçbir fikri olmayacaktı. Savaşın son haftalarına kadar, Yahudiler kamptan kampa zorla söylenen ölüm yürüyüşleriyle gönderilip durdular. Halihazırda hasta ve yıllarında verdiği yorgunluktan bitkin olan Yahudiler uzun uzun yürütüldü karlı havalarda ve daha sonra yük trenleriyle aç susuz diğer kamplara gönderildi. Duraksayan ve bitap düşenler silahlarla vuruldu. 250.000 Yahudi bu yürüyüşlerde öldü. En meşhur ve en geniş ölüm yürüyüşleri Ocak 1945’te Sovyet ordusunun Polonya’ya girmesiyle gerçekleşti. Sovyetler Auschwitz’e ulaşmadan dokuz gün önce SS 60.000 Yahudi’yi Wodzislaw’a doğru trenlere bindirmek amaçlı yürüttü. Yolda 15.000 Yahudi öldü.

Sovyet silahlı kuvvetleri ilerledikçe, SS Polonya'nın doğusundaki kampları kapattı ve olanları gizlemeye çalıştı. Gaz odaları söküldü, krematoryumlar dinamitlendi, toplu mezarlar kazıldı ve cesetler yakıldı. Ocak-Nisan 1945 arasında SS, mahkumları batıya doğru ölüm yürüyüşlerine çıkararak Almanya ve Avusturya'daki kamplara gönderdi. Ocak 1945'te Almanların elinde toplama kamplarındaki 714.000 mahkûmun kaydı vardı; Mayıs ayına gelindiğinde 250.000'i (yüzde 35) bu yürüyüşler sırasında ölmüştü. Şiddet ve açlığa maruz kaldıkları için zaten hasta olan bu insanlar tren istasyonlarına götürülüyor ve günlerce açık yük vagonlarında yiyecek ve barınak olmadan taşındıktan sonra diğer uçtaki yeni kampa doğru tekrar yürümeye zorlanıyordu. Bazıları kamyonlarla ya da vagonlarla taşınırken, diğerleri tüm mesafeyi yürütüldü. Geride kalanlar ya da düşenler vuruldu.

Kurtuluş

23 Temmuz 1944 tarihinde ilk büyük kamp, ilerleyen Sovyet askerleri tarafından bulunan Majdanek kampıydı. 20 Ocak 1945 tarihinde Chełmno Sovyetler tarafından kurtarıldı. 27 Ocak 1945’te Sovyetler Auschwitz’i kurtardı. Buchenwald, Amerikalılar tarafından 11 Nisan’da özgür bırakıldı. Bergen-Belsen 15 Nisan’da İngilizler tarafından, Dachau 29 Nisan’da Amerikalılar tarafından, Ravensbrück Sovyetler tarafından aynı günde,Mauhausen Amerikalılar tarafından 5 Mayıs'ta ve Theresienstadt Sovyetler tarafından 8 Mayıs'ta kurtarıldı. Treblinka, Sobibor ve Belzec Naziler tarafından 1943 yılında yok edilmişti. Albay William W. Quinn, Dachau’da şunları söyledi: “taburlarımız sesler duydu ve dayanılmaz kokuları hissetti. Vahşet o kadar büyüktü ki normal bir akıl anlamakta zorluk çekiyordu.

5 Mayıs 1945 tarihinde Mauthausen kampından açlıktan ölmek üzere olan mahkûmlar kurtarılıyor.

Sovyetlerin keşfettikleri kampların çoğunluğu boşaltılmıştı. Auschwitz’te sadece 7.600 mahkûm sağ bulundu. İçlerindeki 180 çocuk doktorlar tarafından deneylerde kullanılmıştı. 60.000 mahkûm Bergen-Belsen’de İngilizlerce bulundu. 13.000 ceset gömülü bulundu ve 10.000 civarında Yahudi ilerleyen haftalarda tifo ve yetersiz beslenmeden öldü. İngiliz kuvvetleri, SS i zorlayarak cesetleri toplayıp toplu mezarlara gömmelerini istedi.

Kampın kurtarılmasından sonra Bergen-Belsen'de bir toplu mezar, Nisan 1945

Kurbanlar ve toplam ölü sayısı

Kurbanlar Ölü Sayısı Ref.
Yahudiler 5,5 milyon
Sovyet Savaş tutsakları 2–3 milyon
Etnik Polonyalılar 1,8–2 milyon
Romanlar(Çingene) 220.000–1,500.000
Özürlüler 200.000–250.000
Masonlar 80.000–200.000
Slovenler 20.000–25.000
Homoseksüeller 5.000–15.000
Yehova
Şahitleri
2,500–5.000

Kurbanların sayısı, “Holokost” un hangi anlamda kullanıldığına göre değişir. Donald Niewyk ve Francis Nicosia Holokost’a Kolombiya Rehberi adlı kitaplarında, Holokost’un genelde beş milyondan fazla Avrupalı Yahudi’nin kitleler halinde öldürülmesi için kullanıldığını belirttiler. Daha sonra, herkesin bu tanımı tatmin edici bulmadıklarını yazdılar. Martin Gilbert’a göre, toplam sayı altı milyonun biraz altında ve bu sayı içerisindeki Yahudiler, Avrupa’daki 7,3 milyon Yahudi’nin yüzde 78’iydi. Timothy D. Snyder, Holokost’un iki anlamda kullanıldığını yazdı. Birisi, Nazi Almanyası’nın savaş dönemdeki bütün öldürme politikalarına verilen ad, diğeri ise Yahudilerin Nazi rejimi boyunca maruz kaldıkları zulme verilen addı. Daha geniş tanımlar, yaklaşık üç milyon olan Sovyet savaş mahkûmlarını, iki milyon etnik Polonyalıyı, 1.500.000 civarında Rumen’i, 200.000 özürlü, politik ve dini muhalifleri, 15.000 homoseksüeli ve 5.000 Yehova Şahidini içererek, toplam sayıyı 11 milyona çıkarır. En geniş tanım, altı milyon Sovyet vatandaşını da içerir ve 17 milyona çıkarır kurban sayısını. Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesinin yaptığı bir araştırma projesinin sonuçlarına göre, 15–20 milyon arasında insan öldürüldü ya da tutsak edildi. R.J. Rummel, Nazi Almanyası’ndaki toplam ölü sayısının 21 milyon olduğunu belirtti.

Yahudiler

Lucy Dawidowicz’ın Savaş öncesi dönemindeki nüfusu göz önünde bulundurarak, ne kadar Yahudi’nin öldüğüne dair yaptığı çalışma:
Ülke Tahmin edilen
Savaş öncesi
Yahudi
popülasyonu
Tahmini
ölü
sayısı
Yüzdelik
oran
Polonya 3.300.000 3.000.000 90
Baltık Ülkeleri 253.000 228.000 90
Almanya ve Avusturya 240.000 210.000 90
Bohemya ve Moravya 90.000 80.000 89
Slovakya 90.000 75.000 83
Yunanistan 70.000 54.000 77
Hollanda 140.000 105.000 75
Macaristan 650.000 450.000 70
Belarus 375.000 245.000 65
Ukrayna 1.500.000 900.000 60
Belçika 65.000 40.000 60
Yugoslavya 43.000 26.000 60
Romanya 600.000 300.000 50
Norveç 2.173 890 41
Fransa 350.000 90.000 26
Bulgaristan 64.000 14.000 22
İtalya 40.000 8.000 20
Lüksemburg 5.000 1.000 20
Rusya Sovyet Federatif Sosyalist Cumhuriyeti 975.000 107.000 11
Danimarka 8.000 52 <1
Toplam 8.861.800 5.933.900 67

1945 yılından beri, altı milyon, genelde Holokost süresince öldürülen Yahudilerin toplam sayısı olarak kullanıldı. Kudüs’teki Yad Vashem Holokost Şehitleri ve Kahramanları Anma Otoritesi, öldürülen Yahudilerle ilgili kesin bir sayının olmadığını belirtti. En çok kullanılan sayı olan altı milyon, kıdemli SS yetkililerinden Adolf Eichmann’a dayandırılır. İlk tahminler arasında, Gerald Reitinger’in Final Çözüm (1953) adlı kitabındaki tahminler 4,2-4,5 milyon aralığındaydı, Raul Hilberg’e göre 5,1 ve Jacob Lestschinsky’ye göre 5,95 idi. Holokost Ansiklopedisinde, Yisrael Gutman ve Robert Rozett sayının 5,59 ve 5,86 milyon arasında olduğunu belirtti. Berlin Teknik Üniversitesi’nde Wolfgang Benz’e göre, sayı 5,29–6,2 arasındaydı. Yad Vashem’e göre, istatistikler, savaş öncesi ve sonrasındaki nüfus sayımlarının karşılaştırılmasından ve Nazi sürgün ve infaz belgelerinden ortaya çıkmıştır. Shoah Kurbanlarının isimlerinin olduğu Yad Vashem veri tabanında üç milyona yakın Holokost kurbanının adı bulunmaktadır ve veri tabanına çevrimiçi ulaşılabilir. Yad Vashem tarihi dokümanlarından ve tanıkların bilgilerinden günümüzde hâlâ bilgi toplamakta.

Auschwitz-Birkenau kampı girişi, 1945

Hilberg’in 5,1 milyon olan tahmini, Avrupa Yahudilerinin Yok Edilmesi kitabının üçüncü baskısında, daha derin açıklanır. 800.000 kişi gettolardan ve genel mahrumiyetten, 1.400.000 kişi açık havada kurşuna dizilerek ve 2.900.000 civarında kişi de kamplarda öldü. Hilberg’e göre, Polonya’daki ölü Yahudi sayısı 3.000.000 civarındaydı. Hilberg’in verdiği rakamların genelde muhafazakâr olarak bilinir, çünkü genelde bu sayılar sadece resmi olarak kayıtlara alınmış kişileri içerir ve istatistiki ayarlamalara yer verilmemiştir. İngiliz tarihçi Martin Gilbert, ölen Yahudi sayısının minimum 5,75 milyon olduğunu belirtmiştir. Lucy S Daidowicz, savaş öncesi nüfus sayımını kullanarak, toplam sayının 5.934 olduğunu belirtti. Almanya tarafından direkt ve a endirekt şekilde kontrol edilen sınırlarda, 8–10 milyon Yahudi vardı (sayının belirsizliği, Sovyetler Birliği’ndeki Yahudilerin sayısının bilinmemesiydi). Holokost süresince öldürülen Yahudiler, böylece Yahudilerin 60–75%'iydi. Polonya’daki 3,3 milyon Yahudi’nin 90%’ından fazlası öldürüldü. Letonya ve Litvanya’da da aynı oranlarda Yahudi öldürüldü, ama Estonya’daki Yahudiler zamanında ülkeyi terk etti. 1933 yılında Almanya ve Avusturya’daki toplam 750.000 Yahudiden sadece çeyreği hayatta kaldı. Aslında birçok Yahudi 1939 öncesinde Çekoslovakya, Fransa ya da Hollanda’ya göç etti fakat bilindiği gibi daha sonra bu ülkelerin Nazi Almanyası tarafından işgal edilmesiyle daha sonra ölümlerine gönderildiler. Çekoslovakya, Yunanistan, Hollanda ve Yugoslavya’da Yahudileri 70%’i öldürüldü. Romanya, Belçika ve Macaristan’da 50–70% arası öldürüldü. Aynı miktarda Yahudi’nin Belarus ve Ukrayna da öldürüldüğü bilinir fakat bu oranlar bu ülkeler için kesin değildir. Daha az oranda kayba sahip ülkeler arasında, Bulgaristan, Danimarka, Fransa, İtalya ve Norveç vardır. Arnavutluk, Almanlar tarafından işgal edilip 1945 yılında 1939’dan daha fazla sayıda Yahudi’ye sahip tek ülkedir. Ülke içerisindeki ve göç eden Yahudilere sahte kimlikler verildi, birçoğu gerektiğinde saklandı ve genelde 60%’ı Müslüman olan köylerde onurlu bir şekilde misafir edildiler. Bu tahminler göz önünde bulundurulduğunda ölenlerin 80-90%’ı Yahudiydi. Polonya’daki ölen Yahudilerin neredeyse hepsi kamplarda öldü.

Ülkelere göre

Savaş öncesindeki Yahudi nüfusunun Holokost esnasında öldürülen yüzdeleri

1990'larda Doğu Avrupa’daki devletlerin arşivlerini açmalarıyla, Hilberg, Dawidowicz ve Gilbert tarafından belirtilen ölü rakamları tekrar ayarlandı. Yukarıda da belirtildiği gibi, Wolfgang Benz daha güncel verilerle birlikte bir çalışma yürüttü ve 1999 yılındaki sonucuyla şunları belirtti:

« 1942 yılında, Wannsee Konferansı’nda alınan Avrupa’daki Yahudilerin yok edilmesi kararı başarıyla gerçekleşmemiştir. Ama altı milyon hayatın sona ermesi, Holokost’u İnsanlık tarihinde eşsiz bir suç yaptı. Öldürülenlerin sayısı bunu yeterince anlatamaz. Çünkü sayılar oldukça soyut. Buna rağmen, soykırımın boyutlarını ortaya dökmek gerekirse: Almanya’da 165.000 Yahudi, Avusturya’da 65.000, Fransa’da ve Belçika’da 32.000, Hollanda’da 100.000, Yunanistan ve Yugoslavya’da 60.000, 140.000’dan fazla Çekoslovakya’da, 500.000 Macaristan’da, Sovyetler Birliği’nde 2,2 milyon ve Polonya’da 2,7 milyon Yahudi öldürülmüştür. Bu rakamlara, Romanya ve Transnistria’daki pogromlar ve katliamlarda ölenleri (200.000 üzerinde) ve Arnavutluk, Norveç, Danimarka, İtalya, Lüksemburg ve Bulgaristan’dan sürülüp öldürülenleri eklemek lazım. — »

Yidiş üzerine etkileri

Holokost’ta öldürülen Yahudilerin ciddi çoğunluğu Yidiş dili konuştuğundan, Holokost, Yidiş dili ve kültürü üzerinde ciddi ve kalıcı bir etkisi oldu. II. Dünya Savaşı arifesinde, Dünya’da 11–13 milyon Yidiş konuşan Yahudi vardı. Holokost bu sayıyı oldukça azalttı çünkü hem de dindar hem de laik, günlük hayatta Yidiş kullanan birçok Yahudi öldürüldü. Holokost’ta öldürülen Yahudilerin 85%’i Yidiş konuşuyordu. Yidiş konuşmayan, Yunanistan ve Balkanlardaki, Ladino konuşan toplum da ayrıca Holokost’ta yok edildi.

İlgili filmler

  • Yahudi Soykırımı ile ilgili filmler ve TV programları

Ayrıca bakınız

Wikimedia Commons'ta Holokost ile ilgili çoklu ortam belgeleri bulunur.

  • Adolf Eichmann
  • Adolf Hitler
  • Heinrich Himmler
  • Auschwitz-Birkenau
  • Polonya'da Nazi uygulamaları
  • Porajmos
  • SS
  • Nazi Almanyası
  • Uluslararası Holokost Anma Birliği
  • Kadaververwertungsanstalt

Bibliyografya

Terminoloji ve kapsam

Terminoloji

Holokost teriminin modern anlamda kayıtlara geçen ilk kullanımı 1895 yılında The New York Times tarafından Ermeni Hıristiyanların Osmanlı güçleri tarafından katledilmesini tanımlamak için kullanılmıştır. Terim Yunanca: ὁλόκαυστος, romanize edilmiş hali: holókaustos; ὅλος hólos, "bütün" + καυστός kaustós, "yakılan sunu". İncil'de "felaket" anlamına gelen (ve Orta Çağ'dan beri "yıkım" anlamında da kullanılan) shoah (İbranice: שׁוֹאָה) terimi, Avrupa Yahudilerinin öldürülmesi için standart İbranice terim haline gelmiştir. Haaretz'e göre, yazar Yehuda Erez, Almanya'daki olayları shoah olarak tanımlayan ilk kişi olabilir. Davar ve daha sonra Haaretz bu terimi Eylül 1939'da kullanmıştır.

3 Ekim 1941'de American Hebrew, görünüşe göre Fransa'daki duruma atıfta bulunmak için "Holokost'tan önce" ifadesini kullandı ve Mayıs 1943'te Bermuda Konferansı'nı tartışan New York Times, "Nazi Holokost'undan hala sağ kurtulan yüz binlerce Avrupalı Yahudi "den söz etti. 1968 yılında Kongre Kütüphanesi "Holokost, Yahudi (1939-1945)" adıyla yeni bir kategori oluşturmuştur.

Bu terim Amerika Birleşik Devletleri'nde, Alman Yahudilerinden oluşan kurgusal bir aileyi konu alan NBC mini dizisi Holokost (1978) ile popüler hale geldi ve aynı yılın Kasım ayında Başkan'ın Holokost Komisyonu kuruldu. Yahudi olmayan gruplar kendilerini Holokost kurbanları olarak tanımlamaya başladıkça, birçok Yahudi İbranice Shoah veya Churban terimlerini kullanmayı tercih etti. Naziler "Yahudi Sorununa Nihai Çözüm" (Almanca: die Endlösung der Judenfrage) ifadesini kullanmıştır.

Tanım

Holokost tarihçileri, Holokost'u genellikle 1941-1945 yılları arasında Nazi Almanyası ve işbirlikçileri tarafından Avrupalı Yahudilere uygulanan soykırım olarak tanımlamaktadır. Donald Niewyk ve Francis Nicosia, The Columbia Guide to the Holocaust (2000) adlı eserlerinde Yahudileri, Romanları ve engellileri de kapsayan bir tanımı tercih etmektedir: "kalıtımla belirlenen tüm grupların sistematik olarak devlet destekli öldürülmesi".

Hitler'in Ocak 1933'te Almanya Şansölyesi olmasının ardından hedef alınan diğer gruplar arasında Nazilerin doğuştan aşağı gördükleri kişiler (bazı Slav halkları, özellikle Polonyalılar ve Ruslar, Romanlar ve engelliler) ve inançları veya davranışları nedeniyle hedef alınanlar (Yehova Şahitleri, komünistler ve eşcinseller gibi) yer almaktadır. Peter Hayes, bu gruplara yönelik zulmün Yahudilere yönelik zulümden daha az tekdüze olduğunu yazmaktadır. Örneğin, Nazilerin Slavlara yönelik muamelesi "köleleştirme ve kademeli olarak yıpratma "dan ibaretken, bazı Slavlar kayırılmıştır; Hayes Bulgarlar, Hırvatlar, Slovaklar ve bazı Ukraynalıları saymaktadır. Buna karşılık, tarihçi Dan Stone'a göre Hitler Yahudileri "bir Gegenrasse: bir 'karşı ırk'... gerçekte insan bile olmayan" olarak görüyordu.

Kökenleri

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Almanya, Hitler'in dünya görüşü

Birinci Dünya Savaşı'ndan (1914-1918) sonra pek çok Alman ülkelerinin yenildiğini kabul etmedi. Başta Yahudiler ve komünistler olmak üzere sadakatsiz politikacıların Almanya'nın teslimiyetini düzenlediğini ima eden bir arkadan hançerleme efsanesi gelişti. Bavyera'da kısa ömürlü bir devrimci hükümetin başkanı olan Ernst Toller gibi Avrupa'daki komünist devrimci hükümetlerin liderliğinde Yahudilerin belirgin bir şekilde fazla temsil edilmesi Yahudi karşıtı duyguları alevlendirdi. Bu algı, Yahudi Bolşevizmi iftirasına katkıda bulunmuştur.

Nazi Partisi'ndeki ilk antisemitler arasında partinin gazetesi Völkischer Beobachter'in yayıncısı Dietrich Eckart ve 1920'lerde bu gazete için antisemit makaleler yazan Alfred Rosenberg de vardı. Rosenberg'in dünyayı yöneten gizli bir Yahudi komplosu vizyonu, Hitler'in Yahudiler hakkındaki görüşlerini etkileyecek ve onları komünizmin arkasındaki itici güç haline getirecekti. Hitler'in dünya görüşünün merkezinde, Doris Bergen'in "ırk ve mekan" olarak adlandırdığı bir politika olan Alman Aryanlar için Doğu Avrupa'da genişleme ve Lebensraum (yaşam alanı) fikri vardı. Yahudilere karşı nefreti konusunda açıktı ve yaygın antisemitik klişeleri benimsemişti. 1920'lerin başından itibaren Yahudileri mikroplara benzetmiş ve onlarla aynı şekilde mücadele edilmesi gerektiğini söylemiştir. Marksizmi bir Yahudi doktrini olarak görüyor, "Yahudi Marksizmine" karşı savaştığını söylüyor ve Yahudilerin Almanya'yı yok etmek için bir komplonun parçası olarak komünizmi yarattığına inanıyordu.

Nazi Almanyası'nın Yükselişi

Kısırlaştırma Yasası, Aktion T4

Afişte (1937 civarı) şöyle yazıyor: "60.000 RM, kalıtsal hastalığı olan bu kişinin yaşamı boyunca topluma maliyeti. Sevgili yurttaş, bu senin de paran. Nazi Partisi Irk Politikası Ofisi'nin aylık dergisi Neues Volk'u okuyun."

Büyük Buhran'ın yarattığı ekonomik baskı, Protestan hayır kurumlarının ve Alman tıp kurumunun bazı üyelerinin, Nazilerin Lebensunwertes Leben (yaşamaya değmeyen hayat) olarak adlandırdığı "tedavi edilemez" zihinsel ve fiziksel engellilerin zorunlu kısırlaştırılmasını savunmasına yol açtı. 14 Temmuz 1933'te Kalıtsal Olarak Hastalıklı Çocuk Doğmasını Önleme Yasası (Gesetz zur Verhütung erbkranken Nachwuchses), yani Kısırlaştırma Yasası kabul edildi. New York Times aynı yılın 21 Aralık tarihli haberinde "400,000 Alman kısırlaştırılacak". İlk yıl içinde doktorlardan 84.525 başvuru geldi. Mahkemeler bu vakaların 64.499'unda karar verdi; 56.244'ü kısırlaştırma lehine sonuçlandı. Üçüncü Reich'ın tamamı boyunca yapılan istemsiz kısırlaştırmaların sayısına ilişkin tahminler 300.000 ila 400.000 arasında değişmektedir.

Ekim 1939'da Hitler, Hitler'in Başbakanlık Şefi Reichsleiter Philipp Bouhler ve Hitler'in özel doktoru Karl Brandt'a istem dışı ötenazi programını yürütme yetkisi veren, 1 Eylül 1939 tarihli bir "ötenazi kararnamesi" imzaladı. Savaştan sonra bu program Aktion T4 olarak anılmaya başlandı ve adını, ilgili çeşitli kuruluşların merkezinin bulunduğu Berlin'in Tiergarten semtindeki bir villanın adresi olan Tiergartenstraße 4'ten aldı. T4 esas olarak yetişkinlere yönelikti, ancak çocuklara da ötanazi uygulandı. 1939 ve 1941 yılları arasında, kurumlarda bulunan 80.000 ila 100.000 akıl hastası yetişkin, yine kurumlarda bulunan 5.000 çocuk ve 1.000 Yahudi öldürüldü. Ötenazi merkezlerinden biri olan Schloss Hartheim'ın müdür yardımcısı Georg Renno'ya göre 20.000, Mauthausen toplama kampının komutanı Frank Zeireis'e göre ise 400.000 kişinin öldürüldüğü özel ölüm merkezleri de vardı. Genel olarak, öldürülen zihinsel ve fiziksel engelli insan sayısı yaklaşık 150.000'di.

Görev almaları emredilmemesine rağmen, psikiyatristler ve birçok psikiyatri kurumu Aktion T4'ün planlanmasında ve uygulanmasında yer almıştır. Ağustos 1941'de, Almanya'nın Katolik ve Protestan kiliselerinin protestolarının ardından Hitler T4 programını iptal etse de, engelli insanlar savaşın sonuna kadar öldürülmeye devam etti. Tıp camiası düzenli olarak araştırma için cesetler aldı; örneğin Tübingen Üniversitesi 1933-1945 yılları arasında infazlardan 1.077 ceset aldı. Alman sinirbilimci Julius Hallervorden 1940 ve 1944 yılları arasında bir hastaneden 697 beyin aldı: "Bu beyinleri tabii ki kabul ettim. Nereden geldikleri ve bana nasıl ulaştıkları beni hiç ilgilendirmiyordu."

Nürnberg Yasaları, Yahudi göçü

Çekoslovakyalı Yahudiler Croydon havaalanında, İngiltere, 31 Mart 1939, sınır dışı edilmeden önce

15 Eylül 1935'te Reichstag, Nürnberg Yasaları olarak bilinen Reich Vatandaşlık Yasası ile Alman Kanını ve Alman Onurunu Koruma Yasasını kabul etti. İlk yasa sadece "Alman veya akraba kanı" taşıyanların vatandaş olabileceğini söylüyordu. Üç ya da daha fazla Yahudi büyükanne ve büyükbabaya sahip olan herkes Yahudi olarak sınıflandırılıyordu. İkinci yasa ise şöyle diyordu: "Yahudiler ile Alman ya da akraba kanı taşıyan devlet vatandaşları arasındaki evlilikler yasaktır." Aralarındaki cinsel ilişkiler de suç sayılıyordu; Yahudilerin 45 yaşın altındaki Alman kadınları evlerinde çalıştırmalarına izin verilmiyordu. Yasalar Yahudilere atıfta bulunsa da Romanlar ve siyah Almanlar için de aynı şekilde geçerliydi. Diğer Avrupa ülkeleri -Bulgaristan, Hırvatistan Bağımsız Devleti, Macaristan, İtalya, Romanya, Slovakya ve Vichy Fransası- benzer yasalar çıkarmış olsa da Gerlach, "Nazi Almanyası'nın ülke çapında diğer tüm devletlerden daha fazla Yahudi karşıtı yasa ve yönetmelik (yaklaşık 1.500) çıkardığını" belirtmektedir.

1934 yılı sonunda 50.000 Alman Yahudisi Almanya'yı terk etmiş, 1938 yılı sonunda ise aralarında Berlin Filarmoni salonunda konser vermesi halinde salonun yakılacağı söylenerek kaçan orkestra şefi Bruno Walter'in de bulunduğu Alman Yahudi nüfusunun yaklaşık yarısı ülkeyi terk etmişti. Hitler iktidara geldiğinde Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan Albert Einstein bir daha Almanya'ya dönmedi; vatandaşlığı iptal edildi ve Kaiser Wilhelm Topluluğu ile Prusya Bilimler Akademisi'nden atıldı. Aralarında Gustav Hertz'in de bulunduğu diğer Yahudi bilim insanları da öğretim görevlerini kaybetti ve ülkeyi terk etti.

Anschluss (12 Mart 1938)

Mart ya da Nisan 1938: Yahudiler Avusturya'nın başkenti Viyana'da kaldırımları fırçalamaya zorlanıyor.

12 Mart 1938'de Almanya Avusturya'yı ilhak etti. Avusturya'daki 176.000 Yahudi'nin yüzde doksanı Viyana'da yaşıyordu. SS ve SA, Yahudilere ait dükkânları yağmaladı ve arabaları çaldı; bazıları gamalı haçlı kol bantları takmış olan Avusturya polisi de buna seyirci kaldı. Yahudiler tefilin takarken sokakları fırçalamak ya da tuvalet temizlemek gibi aşağılayıcı eylemlerde bulunmaya zorlandı. Yaklaşık 7.000 Yahudi işletmesi "Aryanlaştırıldı" ve Almanya'da Yahudilere yönelik tüm yasal kısıtlamalar Avusturya'da da uygulandı. Alman ve Avusturyalı Yahudi mültecilere yardım etmek amacıyla Temmuz 1938'de Fransa'da 32 ülkenin katılımıyla Évian Konferansı düzenlendi, ancak çok az şey başarıldı ve çoğu ülke kabul edecekleri mülteci sayısını artırmadı. Aynı yılın Ağustos ayında Adolf Eichmann, Viyana'daki Yahudi Göçü Merkez Ajansı'nın (Zentralstelle für jüdische Auswanderung in Wien) yöneticiliğine (Franz Walter Stahlecker'in altında) atandı. Sigmund Freud ve ailesi, David Cesarani'nin deyimiyle "Herkülvari çabalar" sayesinde Haziran 1938'de Viyana'dan Londra'ya ulaştı.

İkinci Dünya Savaşı'nın Patlak Vermesi

Norveç ve Danimarka'nın işgali

Almanya 9 Nisan 1940'ta Weserübung Operasyonu sırasında Norveç ve Danimarka'yı işgal etti. Danimarka o kadar çabuk istila edildi ki direnişin oluşması için zaman kalmadı. Sonuç olarak, Danimarka hükümeti iktidarda kaldı ve Almanlar bu hükümet aracılığıyla daha kolay iş gördü. Bu nedenle, 1942'den önce Danimarkalı Yahudilere karşı çok az önlem alındı. Haziran 1940'a gelindiğinde Norveç tamamen işgal edilmişti. 1940'ın sonlarında ülkedeki 1.800 Yahudi'nin bazı meslekleri icra etmesi yasaklandı ve 1941'de tüm Yahudiler mülklerini hükümete kaydettirmek zorunda kaldı. 26 Kasım 1942'de 532 Yahudi sabah saat dörtte polis memurları tarafından Oslo limanına götürüldü ve burada bir Alman gemisine bindirildi. Almanya'dan yük treniyle Auschwitz'e gönderildiler. Dan Stone'a göre sadece dokuzu savaştan sağ kurtuldu.

Madagaskar Planı

Fransa'nın düşüşü 1940 yazında Madagaskar Planı'nın ortaya çıkmasına neden oldu; Güneydoğu Afrika'daki Fransız Madagaskar'ı tüm Avrupalı Yahudilerin oraya sürülmesi tartışmalarının odağı haline geldi; bölgenin zorlu yaşam koşullarının ölümleri hızlandıracağı düşünülüyordu. Bazı Polonyalı, Fransız ve İngiliz liderler 1930'larda bu fikri tartışmış, 1938'den itibaren Alman liderler de aynı fikri savunmuştu. Adolf Eichmann'ın ofisine bu seçeneği araştırması emredildi, ancak Haziran 1940'ta Fransa'nın yenilgisinden sonrasına kadar planlamaya dair hiçbir kanıt bulunamadı. Almanya'nın İngiltere'yi yenememesi, ki bu Eylül 1940'ta Almanlar için aşikârdı, Yahudilerin denizler ötesine taşınmasını engelledi ve Dışişleri Bakanlığı Şubat 1942'de bu plandan vazgeçti.

Yugoslavya ve Yunanistan'ın işgali

Selanikli Yunan Yahudileri egzersiz yapmaya ya da dans etmeye zorlanıyor, Temmuz 1942.

Yugoslavya ve Yunanistan Nisan 1941'de işgal edildi ve ay sonundan önce teslim oldu. Almanya, İtalya ve Bulgaristan Yunanistan'ı işgal bölgelerine ayırdı ancak bir ülke olarak ortadan kaldırmadı. Savaş öncesi Yunan Yahudi nüfusu 72.000 ila 77.000 arasındaydı. Savaşın sonunda, Balkanlar'daki en düşük hayatta kalma oranını ve Avrupa'daki en düşük oranlardan birini temsil eden yaklaşık 10.000 kişi kaldı.

Yugoslavya, 80.000 Yahudi'ye ev sahipliği yapıyordu, parçalandı; kuzeydeki bölgeler Almanya ve Macaristan tarafından ilhak edildi, kıyıdaki bölgeler İtalya'nın bir parçası haline getirildi, Kosova ve batı Makedonya Arnavutluk'a verildi, Bulgaristan ise doğu Makedonya'yı aldı. Ülkenin geri kalanı, toprakları Hırvatistan ve Bosna-Hersek'i kapsayan ve Hırvat faşist Ustaše partisinin iktidara geldiği bir İtalyan-Alman kukla devleti olan Hırvatistan Bağımsız Devleti (NDH) ve Milan Nedić başkanlığındaki Sırp işbirlikçi kukla hükümeti Ulusal Kurtuluş Hükümeti'ni atayan Alman askeri ve polis yöneticileri tarafından yönetilen Alman işgali altındaki Sırbistan olarak bölündü. Ağustos 1942'de, Nedić hükümetinin işbirlikçileri ve Nazi yanlısı ve pan-Sırp faşist partisi Zbor gibi diğerlerinin desteğini alan Wehrmacht ve Alman polisi 17.000 Yahudi'den oluşan nüfusun neredeyse tamamını öldürdükten sonra Sırbistan'ın Yahudilerden arındırıldığı ilan edildi.

Hırvatistan Bağımsız Devleti'nde (NDH) Nazi rejimi, yöneticileri Ustaše'den antisemitik ırkçı politikalar benimsemesini, Yahudilere zulmetmesini ve birkaç toplama kampı kurmasını talep etti. NDH lideri Ante Pavelić ve Ustaše Nazi taleplerini kabul etti. Nisan 1941'in sonunda Ustaše tüm Yahudilerin tipik olarak sarı bir Davut Yıldızı olan nişanlar takmasını zorunlu kıldı ve Ekim 1941'de Yahudi mallarına el koymaya başladı. Sırplara ve Romanlara yaptıkları zulümle aynı dönemde Ustaše, Holokost'ta yer aldı ve ülkedeki Yahudilerin çoğunu öldürdü; Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesi 30.148 Yahudi'nin öldürüldüğünü tahmin ediyor. Jozo Tomasevich'e göre, Zagreb'deki Yahudi cemaati 1939-1940 yılları arasında Yugoslavya'daki 115 Yahudi dini cemaati arasında hayatta kalabilen tek cemaatti.

Devlet, "Hırvat davasına" katkıda bulunmak isteyen Yahudilere fahri Aryan vatandaşlığı ve dolayısıyla zulümden kurtulma sözü vererek Nazi antisemitik politikasından ayrıldı. Marcus Tanner, "SS'in NDH'de en az 5.000 Yahudi'nin hâlâ hayatta olduğundan ve binlercesinin de 'fahri Aryan' statüsü satın alarak göç ettiğinden şikâyet ettiğini" belirtmektedir. Ancak Nevenko Bartulin, NDH'deki toplam Yahudi nüfusunun sadece 100'ünün, aileleriyle birlikte 500'ünün yasal Aryan vatandaşı statüsü kazandığını ileri sürmektedir. Her iki durumda da 37.000 kişilik Yahudi nüfusunun nispeten küçük bir kısmı.

Bulgaristan'ın ilhak ettiği Makedonya ve Trakya bölgelerinde, Alman makamlarının talebi üzerine Bulgarlar tüm Yahudi nüfusunu, yaklaşık 12.000 Yahudi'yi askeri makamlara teslim etti, hepsi sınır dışı edildi.

Sovyetler Birliği'nin işgali (22 Haziran 1941)

Nedenler

Almanya 22 Haziran 1941'de, Timothy Snyder'ın "Avrupa tarihinin en önemli günlerinden biri... tarifi imkânsız bir felaketin başlangıcı" olarak nitelendirdiği bir günde Sovyetler Birliği'ni işgal etti. Alman propagandası çatışmayı Alman Nasyonal Sosyalizmi ile Yahudi Bolşevizmi arasındaki ideolojik bir savaş ve Almanlar ile Yahudi, Roman ve Slav Untermenschen ("alt-insanlar") arasındaki ırksal bir savaş olarak tasvir etti. David Cesarani'ye göre savaş, Almanya'yı besleyecek tarım arazileri, Alman sanayisi için doğal kaynaklar ve Avrupa'nın en büyük petrol yataklarının kontrolü gibi kaynaklara duyulan ihtiyaçtan kaynaklanıyordu.

Jürgen Matthäus, 1941 sonbaharının başları ile 1942 ilkbaharının sonları arasında Wehrmacht tarafından ele geçirilen 3,5 milyon Sovyet savaş esirinin 2 milyonunun idam edildiğini ya da ihmal ve istismardan öldüğünü yazıyor. 1944 yılına gelindiğinde Sovyet ölü sayısı en az 20 milyona ulaşmıştı.

Almanya'nın müttefikleri

Bulgaristan, Slovakya ve Macaristan

Ľudové noviny, Slovakya propaganda ofisi gazetesi, 21 Eylül 1941: "Yahudilerin icabına baktık! En katı Yahudi karşıtı yasalar Slovak yasalarıdır"
Budapeşte, Macaristan, Ekim 1944

Bulgaristan 1940 ve 1943 yılları arasında Yahudi karşıtı önlemler aldı (sarı yıldız takma zorunluluğu, telefon veya radyo sahibi olma kısıtlamaları vb.) Trakya ve Makedonya'yı ilhak etti ve Şubat 1943'te Almanya'nın 20.000 Yahudi'yi Treblinka imha kampına sürme talebini kabul etti. İlhak edilen topraklardaki 11.000 Yahudi'nin tamamı öldürülmek üzere gönderildi ve kotayı karşılamak için Sofya'dan 6.000-8.000 Bulgar Yahudisinin sınır dışı edilmesi planlandı. Bu durum kamuoyuna yansıdığında, Ortodoks Kilisesi ve birçok Bulgar protesto etti ve Kral Boris III planları iptal etti. Bunun yerine, Bulgaristan'ın yerlisi olan Yahudiler taşraya gönderildi.

Stone, Roma Katolik rahibi Jozef Tiso (Slovak Devlet Başkanı, 1939-1945) tarafından yönetilen Slovakya'nın "işbirlikçi rejimlerin en sadıklarından biri" olduğunu yazmaktadır. Kendi inisiyatifiyle 1938'de 7.500 Yahudi'yi sınır dışı etti; 1940'ta Yahudi karşıtı önlemler aldı; ve 1942 sonbaharında yaklaşık 60.000 Yahudi'yi Polonya'ya sınır dışı etti. O sonbaharda bir ayaklanma sırasında 2.396 kişi daha sınır dışı edildi ve 2.257 kişi öldürüldü; Ekim 1944 ile Mart 1945 arasında ise 13.500 kişi sınır dışı edildi. Stone'a göre, "Slovakya'daki Holokost, 'kukla' bir devlet bağlamında gerçekleştirilmiş olsa bile, bir Alman projesinden çok daha fazlasıydı."

Macaristan, vatandaşı olmayan Yahudileri 1941'de yeni ilhak ettiği topraklardan sürmüş olsa da, Mart 1944'te Almanya'nın Macaristan'ı işgaline kadar Yahudilerin çoğunu sınır dışı etmedi. 15 Mayıs ile Temmuz 1944 arasında 437.000 Yahudi, çoğu gazla öldürülmek üzere Auschwitz'e sürüldü; her biri 3.000 kişi taşıyan günde dört nakil yapılıyordu. Ekim ve Kasım 1944'te Budapeşte'de Macar Ok Haçı, Almanya ile yapılan bir anlaşmanın parçası olarak 50.000 Yahudi'yi zorunlu iş gücü sağlamak üzere Avusturya sınırına yürümeye zorladı. O kadar çok kişi öldü ki yürüyüşler durduruldu.

İtalya, Finlandiya ve Japonya

İtalya antisemitik önlemler aldı, ancak orada Almanya'dakinden daha az antisemitizm vardı ve İtalyan işgali altındaki ülkeler Yahudiler için genellikle Almanya'nın işgal ettiği ülkelerden daha güvenliydi. İtalyan Yahudilerinin çoğu, 40.000'den fazlası, Holokost'tan sağ kurtuldu. Eylül 1943'te Almanya İtalya'nın kuzey ve orta bölgelerini işgal etti ve İtalyan Sosyal Cumhuriyeti veya Salò Cumhuriyeti adında faşist bir kukla devlet kurdu. Bir Gestapo birimi olan RSHA IV B4'ten subaylar Yahudileri Auschwitz-Birkenau'ya sürmeye başladı. İlk 1.034 kişilik Yahudi grubu 23 Ekim 1943'te Roma'dan geldi; 839'u gazla öldürüldü. Toplamda yaklaşık 8.500 Yahudi sınır dışı edildi. İtalyan kontrolündeki Libya'da Yahudiler için birkaç zorunlu çalışma kampı kuruldu; yaklaşık 2.600 Libyalı Yahudi kamplara gönderildi ve 562'si öldürüldü.

Finlandiya'da hükümete 1942 yılında 150-200 Finli olmayan Yahudi'yi Almanya'ya teslim etmesi için baskı yapıldı. Hem hükümetin hem de halkın karşı çıkmasının ardından, 1942'nin sonlarında Finli olmayan sekiz Yahudi sınır dışı edildi; sadece biri savaştan sağ kurtuldu. Japonya toplumunda antisemitizm çok azdı ve kontrol ettiği bölgelerin çoğunda Yahudilere zulmetmiyordu. Şanghay'daki Yahudiler hapsedildi, ancak Alman baskısına rağmen öldürülmediler.

Nihai Çözüm

Pearl Harbor, Almanya Amerika Birleşik Devletleri'ne savaş ilan etti

11 Aralık 1941: Adolf Hitler, Kroll Opera Binası'nda Reichstag üyelerine Pasifik'teki savaş hakkında konuşma yaparken.

7 Aralık 1941'de Japon uçakları Hawaii'nin Honolulu kentindeki Amerikan deniz üssü Pearl Harbor'a saldırarak 2.403 Amerikalının ölümüne neden oldu. Ertesi gün Amerika Birleşik Devletleri Japonya'ya, 11 Aralık'ta da Almanya Amerika Birleşik Devletleri'ne savaş ilan etti. Deborah Dwork ve Robert Jan van Pelt'e göre Hitler, Alman Yahudilerinin çıkarları doğrultusunda ABD'yi savaşın dışında tutmak için çok güçlü olduklarını düşündüğü Amerikalı Yahudilere güvenmişti. Amerika savaş ilan ettiğinde ise Yahudileri suçladı.

Yaklaşık üç yıl önce, 30 Ocak 1939'da Hitler Reichstag'a şöyle demişti: "Eğer Avrupa içindeki ve dışındaki uluslararası Yahudi finansörler ulusları bir kez daha dünya savaşına sürüklemeyi başarırlarsa, sonuç dünyanın Bolşevikleştirilmesi ve dolayısıyla Yahudilerin zaferi değil, Avrupa'daki Yahudi ırkının yok edilmesi olacaktır!" Christian Gerlach'a göre Hitler, savaş ilanından bir gün sonra, 12 Aralık 1941'de ya da civarında Yahudileri yok etme "prensip kararını açıklamıştır". O gün Hitler, Reich Şansölyeliği'ndeki dairesinde üst düzey Nazi Partisi liderlerine bir konuşma yaptı: Reichsleiter ve Gauleiter. Ertesi gün, Reich Propaganda Bakanı Joseph Goebbels günlüğüne şu notu düşmüştür:

Yahudi sorunuyla ilgili olarak Führer masayı temizlemeye kararlıdır. Yahudileri, yeni bir dünya savaşına neden olurlarsa bunun kendilerini yok etmeye yol açacağı konusunda uyardı. Bunlar boş sözler değildi. Şimdi dünya savaşı geldi. Yahudilerin yok edilmesi bunun zorunlu bir sonucu olmalıdır. Bu konuda duygusal olamayız.

Christopher Browning, Hitler'in Başbakanlık toplantısı sırasında herhangi bir emir vermediğini, ancak 1939'da Yahudilere yaptığı uyarının harfi harfine alınmasını istediğini açıkça belirttiğini ve parti liderlerine başkalarına uygun emirler verebileceklerinin sinyalini verdiğini ileri sürmektedir. Gerlach'a göre, kimliği açıklanmayan eski bir Alman Sicherheitsdienst subayı, İsviçre'ye iltica ettikten sonra 1944 yılında bir rapor yazmıştır: "Amerika savaşa girdikten sonra, Führer'in emriyle tüm Avrupalı Yahudilerin yok edilmesi (Ausrottung) başlatıldı."

Hitler'in parti liderleriyle yaptığı toplantıdan dört gün sonra, toplantıda bulunan işgal altındaki Polonya'nın Genel Hükümet bölgesinin Genel Valisi Hans Frank kaymakamlara seslendi: "Yahudilere bir son vermeliyiz... Prensip olarak sadece yok olacakları varsayımıyla hareket edeceğim. Gitmeliler." 18 Aralık 1941'de Hitler ve Himmler, Himmler'in randevu defterinde "Juden frage | als Partisanen auszurotten" ("Yahudi sorunu / partizanlar olarak imha edilmek") olarak bahsettiği bir toplantı yaptı. Browning bunu, öldürmenin nasıl meşrulaştırılacağı ve bu konuda nasıl konuşulacağının tartışıldığı bir toplantı olarak yorumlamaktadır.

Gaz minibüsleri

Toplama kampları, imha kampları ve gettolar, 1939-1945
İşgal altındaki Polonya'da inşa edilen Alman imha ve toplama kampları.
Auschwitz II giriş kapısı, kampın içinden çekilmiş; trenler kurbanları gaz odalarına çok yakın bir yere götürüyordu.
Gaz odasına giden kadınlar, Krematoryum V yakınında, Auschwitz II, Ağustos 1944. Polonya direnişinin, Sonderkommando fotoğrafları olarak bilinen filmi diş macunu tüpü içinde kamptan kaçırdığı bildirilmiştir.

Sadece gaz minibüslerinin kullanıldığı Chełmno'nun kökleri Aktion T4 ötenazi programına dayanıyordu. Aralık 1939 ve Ocak 1940'ta, işgal altındaki Polonya'da engelli insanları öldürmek için gaz tüpleri ve kapalı bir bölme ile donatılmış gaz minibüsleri kullanılmıştı. Rusya'da toplu katliamlar devam ederken, Himmler ve sahadaki astları bu cinayetlerin SS'ler için psikolojik sorunlara yol açtığından korkmaya ve daha etkili yöntemler aramaya başladı. Aralık 1941'de, tüp gaz yerine egzoz dumanı kullanan benzer minibüsler Chełmno'daki kampa sokuldu, Kurbanlar yakındaki ormanlarda hazırlanmış mezar çukurlarına götürülürken boğuldu. Bu minibüsler işgal altındaki Sovyetler Birliği'nde, örneğin Minsk gettosundaki küçük temizlik eylemlerinde ve Yugoslavya'da da kullanılmıştır. Görünüşe göre, toplu katliamlarda olduğu gibi, minibüsler operatörler için duygusal sorunlara neden olmuş ve minibüslerin taşıyabileceği kurban sayısının az olması onları etkisiz hale getirmiştir.

İşbirliği

Holokost Almanlar tarafından planlanmış ve yönetilmiş olsa da, Nazi rejimi diğer ülkelerde (örneğin Hırvatistan'daki Ustaşeler) gönüllü işbirlikçiler bulmuş ya da diğerlerini katılmaya zorlamıştır. Buna bireysel işbirliğinin yanı sıra devlet işbirliği de dahildi. Dan Stone'a göre Holokost, yerel işbirlikçiler ve Almanya'nın müttefikleri olmaksızın gerçekleştirilmesi imkansız bir dizi "Holokost" olan bir pan-Avrupa fenomeniydi. Stone, "İkinci Dünya Savaşı'nın olağanüstü koşulları altında birçok Avrupa devletinin 'Yahudi sorununu' kendi yöntemleriyle çözme görevini üstlendiğini" yazmaktadır.

Nazi zulmünün diğer kurbanları

Sovyet sivilleri ve savaş esirleri

Heinrich Himmler Rusya'daki bir savaş esiri kampını teftiş ediyor, 1941 civarı.

Naziler Slavları Untermenschen olarak görüyordu. Alman birlikleri Sovyetler Birliği'ndeki köyleri yok etti, sivilleri Almanya'da zorla çalıştırmak üzere topladı ve gıda maddelerine el koyarak kıtlığa neden oldu. Almanya, Belarus'ta 380.000 kişiyi köle olarak çalıştırmak üzere sınır dışı eden, 1,6 milyon kişiyi öldüren ve en az 5.295 yerleşim yerini yok eden bir rejim uyguladı. Birleşik Devletler Holokost Anma Müzesi, 5,7 milyon Sovyet savaş esirinin 3,3 milyonunun Alman gözetiminde öldüğünü tahmin etmektedir. Savaş esirlerine Alman savaş çabalarına yardımcı olmaları için ihtiyaç duyulduğunda ölüm oranları azaldı; 1943 yılına gelindiğinde yarım milyonu köle işçi olarak görevlendirilmişti.

Etnik Polonyalılar

Polonya'ya karşı savaşın başlangıcından itibaren Almanya, Adolf Hitler'in Kavgam adlı kitabında ortaya koyduğu, Alman sömürgecilerin kitlesel yerleşimi için doğuda "yaşam alanı" (Lebensraum) elde etme planını gerçekleştirmeyi amaçladı. Hitler'in planı klasik emperyalizm ile Nazi ırkçı ideolojisini birleştiriyordu. Nazi Almanyası'nın uzun vadeli hedefi işgal altındaki Polonya'dan Yahudileri çıkarmak olsa da, işgalin ilk aylarında SS ağırlıklı olarak etnik Polonyalılara fiziksel şiddet uyguladı ve örgütlü direnişin gelişmesini önlemek amacıyla eğitimli elitleri tutuklayıp idam etti.

7 Eylül 1939'da Reinhard Heydrich tüm Polonyalı soyluların, din adamlarının ve Yahudilerin öldürüleceğini açıkladı. Wilhelm Keitel 12 Eylül'de Polonya'nın entelijansiyasını da listeye ekledi. 15 Mart 1940'ta SS şefi Heinrich Himmler şunları söyledi: "Tüm Polonyalı uzmanlar askeri-endüstriyel kompleksimizde kullanılacak. Daha sonra tüm Polonyalılar bu dünyadan yok olacak. Büyük Alman ulusunun tüm Polonyalıları ortadan kaldırmayı başlıca görevi olarak görmesi zorunludur." 1940 yılının sonunda Hitler, "Polonya'daki tüm önde gelen unsurları" tasfiye etme planını onayladı. Almanya savaşı kaybettikten sonra, Nürnberg Mahkemeleri'ndeki Uluslararası Askeri Mahkeme ve Polonya Yüksek Ulusal Mahkemesi, Polonya'daki Alman politikalarının amacının - Polonyalıların ve Yahudilerin imhası - biyolojik açıdan bir soykırım olduğu sonucuna vardı. Tahminen 1.8-1.9 milyon Yahudi olmayan Polonya vatandaşı savaş sırasında Almanlar tarafından öldürülmüştür. En az 200.000'i toplama kamplarında, yaklaşık 146.000'i Auschwitz'de öldü. Diğerleri ise katliamlarda ya da 150.000-200.000 kişinin öldürüldüğü Varşova Ayaklanması gibi isyanlarda ölmüştür.

Roma

Asperg, Almanya'dan sınır dışı edilen Romanlar, 22 Mayıs 1940

Tarihçiler, Almanya ve müttefiklerinin 250.000 ila 500.000 arasında Roman öldürdüğünü, bunun da Avrupa'daki topluluğun yaklaşık yüzde 25-50'sini oluşturduğunu tahmin etmektedir. Ian Hancock tarafından aktarılan araştırmalar, savaş öncesi Avrupa'daki Roman nüfusunun çok daha yüksek olabileceğini ve bunun da 1,5 milyon Roman'ın ölümüne yol açtığını göstermektedir. Çoğunlukla toplu imha kamplarına nakledilen ve buralarda öldürülen Yahudilerin aksine, Reich dışındaki Romanlar çoğunlukla birkaç yüz veya daha küçük gruplar halinde, birçok farklı yerde katledilmiştir; Romanların çağdaş Avrupa nüfus sayımlarının çoğundan çıkarılmasıyla birlikte, bu durum tarihçilerin Polonya, Yugoslavya, Beyaz Ruthenia ve Ukrayna'da, yani en çok Roman kurbanın öldürüldüğü düşünülen bölgelerde kesin Roman kurban sayısını belirlemesini imkansız hale getirmektedir.

Almanya'nın Irk Hijyeni ve Demografik Biyoloji Araştırma Birimi Başkanı Robert Ritter, Romanları "insan türünün gelişemeyen ve mutasyonla ortaya çıkan tuhaf bir formu" olarak nitelendirdi. Mayıs 1942'de Yahudilere benzer yasalara tabi tutuldular ve Aralık ayında Himmler, Wehrmacht'ta hizmet etmedikleri sürece Auschwitz'e gönderilmelerini emretti. Himmler 15 Kasım 1943'te, işgal altındaki Sovyet bölgelerindeki "yerleşik Çingenelerin ve yarı Çingenelerin" vatandaş olarak görülmesine izin verecek şekilde emri düzeltti. Belçika, Fransa ve Hollanda'da Romanlar hareket kısıtlamalarına ve toplama kamplarına kapatılmaya tabi tutulurken, Doğu Avrupa'da çok sayıda kişinin öldürüldüğü toplama kamplarına gönderildiler.

Siyasi ve dini muhalifler

Alman komünistler, sosyalistler ve sendikacılar toplama kamplarına ilk gönderilenler arasındaydı. Jack Fischel'e göre, Hitler'in 7 Aralık 1941'de yayınladığı bir direktif olan Nacht und Nebel ("Gece ve Sis"), Alman işgali altındaki Avrupa'da siyasi aktivistlerin kaybolması, işkence görmesi ve ölümüyle sonuçlandı; mahkemeler Nisan 1944'e kadar 1.793 kişiyi ölüme mahkum etti. Nazi partisine bağlılık yemini etmeyi ya da orduda hizmet etmeyi reddettikleri için Yehova Şahitleri toplama kamplarına gönderildi ve burada kendilerine inançlarından vazgeçme ve devletin otoritesine boyun eğme seçeneği sunuldu. Kamplara 2.700 ila 3.300 arasında kişi gönderilmiş ve bunlardan 1.400'ü ölmüştür. Alman tarihçi Detlef Garbe'ye göre, "başka hiçbir dini hareket Nasyonal Sosyalizme uyma baskısına benzer bir oybirliği ve kararlılıkla direnmemiştir."

Homoseksüeller

1933 ve 1945 yılları arasında Almanya'da yaklaşık 100.000 eşcinsel erkek tutuklandı ve 50.000'i hapse atıldı; 5.000-15.000'inin toplama kamplarına gönderildiği düşünülüyor. Yüzlercesi, bazen cezai hükümlerden kaçınmak için "gönüllü" olarak hadım edildi. Himmler 1936'da Eşcinsellik ve Kürtajla Mücadele için Reich Merkez Ofisi'ni kurdu. Polis eşcinsel barları kapattı ve eşcinsel yayınları durdurdu.

Lezbiyenler nispeten etkilenmedi; Naziler onları cinsel sapkınlardan ziyade "asosyaller" olarak görüyordu. Ancak, cinselliğin diğer kimliklerle kesiştiği yerlerde, lezbiyenlik zulüm için ek bir neden olarak kullanılabiliyordu. Bazı toplama kamplarında lezbiyen kadınları tecavüz ederek cezalandırmak için genelevler kurulmuştur. Yahudi kadınlarla seks Naziler tarafından ırksal utanç gerekçesiyle yasaklanmıştı, ancak tecavüz toplama kamplarında ırksal bir utanç olarak görülmüyordu.

Afro-Almanlar

Naziler iktidara geldiğinde Almanya'da 5.000-25.000 Afro-Alman vardı. Almanya ve Alman işgali altındaki Avrupa'daki siyahlar hapsedilme, kısırlaştırma ve öldürülmeye maruz kalsa da, onları bir grup olarak öldürmek için bir program yoktu.

Sonrası ve miras

Denemeler

Nürnberg duruşmalarında sanık sandalyesindeki sanıklar, 1945-1946

Uluslararası Askeri Mahkeme'de 21 Nazi lideri, öncelikle saldırı savaşları yürütmekten yargılandı, ancak dava aynı zamanda Avrupalı Yahudilerin sistematik olarak öldürülmesini de ortaya çıkardı. 1946'dan 1949'a kadar Amerikan mahkemelerinde görülen on iki davada 177 sanık daha yargılandı; bu davalarda Holokost ön plana çıktı. Bu davalar Almanları yeniden eğitme hedefinde etkisiz kaldı; 1948'de Almanların sadece yüzde 30'u Nazizmin kötü bir fikir olduğuna inanıyordu. Batı Alman toplumunda hüküm giymiş mahkumların affedilmesi ve serbest bırakılması yönünde bir konsensüs oluştu. Batı Almanya başlangıçta çok az sayıda eski Naziyi yargıladı, ancak 1958 Ulm Einsatzkommando davasından sonra hükümet özel bir kurum kurdu. Batı ve Doğu Avrupa'da başka Naziler ve işbirlikçileri de yargılandı. 1960 yılında Mossad ajanları Adolf Eichmann'ı Arjantin'de yakaladı ve savaş suçları, insanlığa karşı suçlar ve Yahudi halkına karşı işlenen suçlarla ilgili 15 suçlamadan yargılanmak üzere İsrail'e getirdi. Aralık 1961'de suçlu bulundu ve Haziran 1962'de idam edildi. Eichmann'ın yargılanması savaş suçlularına ve genel olarak Holokost'a olan ilgiyi yeniden canlandırdı.

Tazminatlar

İsrail hükümeti, Almanya'nın Avrupa Yahudilerinden 6 milyar dolar çaldığını ileri sürerek, Mart 1951'de Federal Almanya Cumhuriyeti'nden hayatta kalan 500.000 Yahudi'nin rehabilitasyonunu finanse etmek için 1,5 milyar dolar talep etti. İsrailliler Almanya'dan para alma fikri konusunda ikiye bölünmüştü. New York'ta Yahudilerin Almanya'ya Karşı Maddi Talepleri Konferansı (Talepler Konferansı olarak bilinir) açıldı ve müzakerelerin ardından talep 845 milyon dolara indirildi.

Batı Almanya 1988 yılında tazminatlar için 125 milyon dolar daha ayırdı. BMW, Deutsche Bank, Ford, Opel, Siemens ve Volkswagen gibi şirketler savaş sırasında zorla işçi çalıştırdıkları gerekçesiyle davalarla karşı karşıya kaldı. Bunun üzerine Almanya 2000 yılında "Anma, Sorumluluk ve Gelecek" Vakfı'nı kurarak eski köle işçilere 4,45 milyar Avro (her biri 7.670 Avro'ya kadar) ödemiştir. Almanya 2013 yılında dünya çapında Holokost'tan kurtulan 56.000 kişiye bakım, sosyal hizmetler ve ilaç desteği sağlamak üzere 772 milyon Avro vermeyi kabul etti. Fransız devlet demiryolu şirketi SNCF, 1942 ve 1944 yılları arasında 76.000 Yahudi'nin Fransa'dan imha kamplarına taşınmasındaki rolü nedeniyle, 2014 yılında Yahudi-Amerikalı hayatta kalanlara her biri yaklaşık 100.000 dolar olmak üzere 60 milyon dolar ödemeyi kabul etti.